Göçe zorlanan Bulgaristan Türkleri yaşadıklarını unutamıyor

Bal-Türk'ten Haberler Haberler
İçeriği Paylaş

Bulgaristan’ın 1984-1989 yıllarında uyguladığı asimilasyon politikasından kaçan Bulgaristan Türkleri’nin yaşadığı acılar hafızalardaki tazeliğini koruyor.

Kocaeli/Sakarya

O dönem yaklaşık 350 bin Bulgaristan Türkü’nün göçe zorlanmasının üzerinden 33 yıl geçti.

Bulgaristan’dan Türkiye’ye göç eden ve Kocaeli’nin İzmit ilçesinde yaşayan 2 çocuk annesi, 4 torun sahibi ve Bal-Türk Yönetim Kurulu üyesi olan Şenol Çelik’in halası 81 yaşındaki Şükriye Yılmaz, AA muhabirine, Türkiye’ye göç ettiğinde 48 yaşında olduğunu söyledi.

Yılmaz, Bulgaristan’da zorunlu göçle ilgili baskıların 1985 yılında başladığını belirterek, 2003’te vefat eden eşinin ressam olduğunu, yaşadıkları kasabada baskılara boyun eğmeyenlerin sürgüne götürüldüğünü kaydetti.

Eşinin de sürgüne götürüldüğünü ve kendisinden 45 gün haber alamadığını dile getiren Yılmaz, “Milliyetçi insanları topladılar götürdüler. Öğretmen, mühendis, doktorlar vardı. Ne çileler çekmişler. Kanal kazdırmışlar, orman temizletmişler, bazılarını dövmüşler. Rahmetliyi de çok dövdüler. O da çok dayak yedi. Çocuğumu işten çıkardılar, iş vermediler. Polisler, devamlı evin etrafında gece gündüz dolaşırlardı. Türkçe konuşmak yasak. Birbirimizin adlarına bir şeyler uydurduk, Bulgar adı söylememek için.” ifadelerini kullandı.

“Türkiye’nin arkamızda olduğunu hep hissederdik”

Eşinin, Bulgaristan’daki Türklerin yaşadıklarını, hem Türkiye’deki hem de Avrupa’daki televizyon kanallarına ulaştırmaya çalıştığını anlatan Yılmaz, Bulgaristan polisinin, bu nedenle evlerine birkaç kez baskın düzenlediğini ve evde verici aradığını söyledi.

Yılmaz, eşinin 45 günlük sürgünün ardından 4 sene Belene Kampı’nda kaldığını ifade ederek, şöyle devam etti:

“Eşimi Bulgar ismini kabul etmediği için tutukladılar. Türkiye aşığıydı. Eşim toplantılar yapardı, Türkiye sevdalısıydı. O yüzden onu tutukladılar. Ayda bir kere görmemize izin vardı. 4 yıl çalıştım, idari ettik. Okulda aşçıydım. Zar zor idare ettik. 1988 yılının aralık ayında eşimi bıraktılar. Zaten 1989 yılının mayıs ayında Türkiye’ye göç geldi. Bizi sürgün edecekler ama bize hiçbir şey vermediler. 3 bavulla geldik. Sabah trenle Viyana’ya gönderdiler. Viyana’da 2 akşam kaldık. Sonra (Turgut) Özal uçak gönderdi, aldı bizi. Uçaktan inen, zaten hemen yere yattı toprağı öpmeye. Ağladık. Nasıl söylesem? Anlatılacak gibi değil o heyecan.”

Yılmaz, ilk etapta Bursa’ya gittiklerini, daha sonra Kocaeli’ye yerleştiklerini, bir hastanede temizlik görevlisi olarak işe başladığını belirterek, bir süre sonra düzenlerini kurduklarını anlattı.

Bulgaristan’da yaşadıkları baskıları hiç unutmadıklarını vurgulayan Yılmaz, “Yaşadıklarımız hep aklımızda. 2 kişi bir araya geldik mi çektiğimiz zahmetleri anlatıyoruz. Onlar unutulacak şeyler değil. Türkiye’nin tutumu çok iyiydi. Türkiye’ye ayak bastığımızda, mutluluk, gözyaşı, heyecan, her şey vardı. Türkiye’nin arkamızda olduğunu hep hissederdik çünkü radyoları dinlerdik. İzmir’de, İstanbul’da, Ankara’da yürüyüşler olurdu. Bir gün gelecek ‘Türkiye bizim arkamızda olacak.’ derdik, oldu da.” şeklinde konuştu.

“Bir sabah aniden baskın yaptılar köylere”

Ailesiyle 1989 yılında Türkiye’ye göç ederek, önce Adapazarı’na, daha sonra Ferizli ilçesine yerleşen 61 yaşındaki Ahmet Öztürk de Bulgaristan’ın Dobriç bölgesi Omurfakıh köyünde yaşarken göçe zorlandıklarını söyledi.

Asimilasyon başlamadan önce fabrikada çalıştığını belirten Öztürk, “Bir sabah aniden baskın yaptılar köylere, asker getirdiler. Her gün bir aileyi muhtarlığa çağırıyorlar, önüne koyuyor listeyi ‘İsim seç.’ diyor. Ne seçeceksin sen, adın zaten var ama mecbursun. Sen seçmezsen kendileri yazdılar, durdular.” dedi.

Öztürk, fabrikada çalışırken Bulgar isimlerinin yaka kartlarına yazıldığını, Bulgar arkadaşlarının Türk ismi yerine dalga geçer gibi Bulgar ismini söylediğini dile getirerek, “Köyümüzün yarısı Türk, yarısı Bulgar’dı. Kreşten lise-üniversiteye kadar beraber okuyorsun. Asimilasyonlar başlayınca aşırı milliyetçiler vardı, onlar tarafından zorlamalar oluyordu.” diye konuştu.

Öztürk, dini vazifeleri yerine getirmede de zorluk çektiklerini söyledi. Muhtarlıklara çağrılarak pasaportlarının verildiğini, 19 Ağustos 1989’da babası, annesi, kardeşi, eşi ve kızıyla köylerinden çıktıklarını anlatan Öztürk, bir gün sonra trenle Edirne’ye vardıklarını ve o gün de sınırların kapandığını dile getirdi.

“Türkiye’den başka vatanımız yok”

Öztürk, Türkiye’ye ilk geldiklerinde zorluklar yaşadıklarını belirterek, “Allah’a şükür şu anda sıkıntımız yok ama ilk geldiğimiz zamanlar zorluk vardı. Bir köyden öbür köye gitsen zorluklar var, burada ülke değiştirmişsin, illa ki zorluklar yaşadık. O anda zaten hiç düşünmüyorsun. Her şeyi bıraktık geldik. Hiç kimsenin gözü hiçbir şey görmedi çünkü vatan aşkı var.” ifadelerini kullandı.

Kendilerine kapılarını açtığı için Türkiye’ye teşekkür eden Öztürk, “Allah’a şükür Türkiye’ye geldik. Burası zaten bizim vatanımız. Türkiye’den başka vatanımız yok. Bundan daha güzel vatan göremiyoruz, bizim vatanımız burası.” dedi.

Kaynak: AA


İçeriği Paylaş