Rıfat Yağcı: “Bir daha asla, bir daha asla dokunmayın dilimize, dinimize ve ismimize…”

Balkanlardan Haberler
İçeriği Paylaş

Bizler bugün 29 yıl öncesini anmak için geldik. 24 Aralık 1984 dönemin komünist rejiminin Bulgaristan Türklerine yönelik asimilasyon kampanyasına karşı, Bulgaristan tarihindeki ilk direnişin anısına… Şehitlerimizi anmak, kahramanlarımızı alkışlamak, o günleri anlatmak için buradayız. O günler ki, acı ve ıstırap dolu o günler…

Bulgaristan Türklerine yönelik baskılar 1984 yılından çok daha önceden başlamıştı. Önceleri dilimize ve dinimize müdahale ettiler. Daha sonra ise geleneklerimize… Bir yıl var ki 1984 sonbahar ayları, komünist rejimin kuklaları isimlerimizi değiştirmeye kalkıştılar. Geceleri köyler basılıyor, zorla isimler değiştiriliyor ve karşı gelenler akla hayale gelmeyecek işkencelere maruz bırakılıyordu.

Yaptıkları zulüm ve işkencenin şahidi olmasın diye de geceleri basılıyordu, köyler ve de toplu direnişe neden olmasın diye bu akşam bir köyde 2-3 aile, yarın ise başka birinde 3-5… Halkımız ise evlerine giremiyor, genç, yaşlı, çoluk çocuk dağlarda yaşıyordu. Soğuk kış gecelerine üşümemek için ormanlarda kulübeler yapıyor, kuyular kazıyor ve oralarda kalıyordu.

Biz gençler ise halkımızın bu acı ve ıstırap dolu durumdan nasıl kurtulacağını tartışıyorduk. Geceleri toplanıp durum değerlendirmeleri yapıyor, halkımız baskın yemesin diye geceler boyunca nöbet tutuyorduk. Çember daralıyor, sinirler iyice geriliyordu. Çare bulamadık. Dur demeliydik.

Ve 23 Aralık 1984 Pazar günü “Birlikten güç doğar” parolasıyla topluca hareket etme kararı aldık. Akşamüzeri köyümüzden 20 kişi Tosçalı’dan bizlere katılan 7-8 arkadaşımız, Hallar köy meydanında açık hava toplantısı yaptık ve tarihi bir karar aldık. Bir miting yapacaktık, barışçıl bir miting. Bütün köye haber yaydık. Birkaç dakika içerisinde 300 kişi köy meydanında toplandı ve kararımızı bildirdik.

Ertesi sabah yani 24 Aralık 1984 sabahı erkenden yollara çıkıp Sütkesiği meydanında toplanacaktık. Burada netice alamazsak Kırcaali, orada da olmazsa Filibe’ye yürüyecektik. Çıktık bir kez bu yola, yoktu bu işin dönüşü, sesimizi duyurana kadar devam edecektik. Ancak milis işbirlikçileri de boş durmuyordu, bu nedenle çabuk hareket etmek zorundaydık. Aynı gece Hallar’dan ve Tosçalı’dan birer grup kendi köylerini haberdar ettiler

. Bizler ise köyümüzden 15 kişi ve Tosçalı’dan gelen arkadaşlarımız ile beraber Karamustafalar, Çıraklar, Happollar, Dedeler, Mıstavacıklar, Yusupaşalar, Amatlar’da tek tek gezdik evleri. Civar köylere de haberciler gönderildi. 23 Aralık gecesi, üstümüzü sırılsıklam eden kar yağışına rağmen sabahın 4’üne kadar dolaştık köyleri…

24 Aralık 1984 sabahı 06.00’da Hallar meydanındaydık. Yediden yetmişe herkes buradaydı ve koyulduk yollara. Yol boyu katılan diğer köy sakinleri ile birlikte gücümüze güç katmış ilerliyorduk. Mırsallar Sırtı’ndan ardıma baktığımda, onbinler çıkmıştı yollara, adeta bir mahşer kalabalığı…

Gözlerim yaşardı. Bütün yoldaşlarımızın yüzlerinde gülümseme, bir mutluluk vardı. Zalimler karanlıklarla dost olup geceleri saldırıyordu zulüm dolu pençeleriyle halkımıza. Bizlerse karanlıklara inat ve şiddetten uzak barışçıl bir miting yapacaktık. Tek düşüncemiz Jivkov rejimine dur demekti. Tek hedefimiz dilimize, dinimize ve ismimize dokunma demekti. Tek amacımız bu meydana gelmekti. Bu meydan bizim için bir hedefti. Bu meydan bizim için özgürlük demekti. Sokmadılar bizleri bu meydana, 100 metre kala önümüzü kestiler. Tanklarla ve tüfeklerle üzerimize geldiler. Silahlar patladı.

Acımasızca saldırdılar, ezdiler bizi, sanki düşman vardı karşılarında, sanki isyan bastırıyorlardı. Bizler isyan etmedik, devlete başkaldırmadık, taş atmadık, sopa kaldırmadık, silah çekmedik, şiddete başvurmadık. Sadece dilimize, dinimize ve de ismimize dokunma dedik. Hatırlıyorum, cebimde Jivkov zaliminin de imzaladığı Helsinki insan hakları bildirgesinin bulunduğu resmi gazete vardı. Miting’de okuyacaktım onu. Ancak onlarca yaralı vardı. Babamı da yaralamışlardı, alnı yarılmıştı, yüzü kanlar içindeydi. Babamla ilgilenmem gerekiyordu. Arkadaşıma uzattım gazeteyi. Bak burada ne yazıyor diye haykırıyordu arkadaşım karşısındaki polise. Dinlemek yerine kaldırdı kalaşnikofunun dipçiğini ve indirdi arkadaşımın suratına. O gün burada Sütkesiği’nde hepimiz dövüldük, ezildik, ancak kıvılcım parlamıştı bir kez meşaleyi biz yaktık ve de devam etti Killi, Mestanli, Cebel ve Kırcaali’de bizler onbinlerdik, yüzbinler olduk ve de milyonlar… Dinlemediler bizi ne yazık. Dövüldüğümüz ezildiğimiz yetmemiş gibi öncülük ettiğimiz gerekçesiyle tutukladılar ve Belene zindanına kapattılar. Zulüm ve işkenceler durmaksızın devam etti tam dört yılımız zindanlarda geçti. Ancak köylerde kalan arkadaşlarımıza da rahat yüzü göstermediler. Aylarca milis teşkilatına sürüklendiler ve dayak yediler. Evet, bunca zulüm ve eziyetten sonra bizler bu gün yine bu meydandayız, 29 yıl önce sokulmadığımız bu meydanda, özgürlük meydanında. Şehitlerimizi anmak, kahramanlarımızı alkışlamak, acı ve ıstırap dolu o günleri anlatmak için, unutulmasın diye. Bizler o günleri unutmadık, unutmayacağız da. Bu olay sadece hafızalarımızda mı kalacak? Elbette hayır! Halkımız bu zulmün hesabını mutlaka soracaktır hatta tarih bir gün bu zalimlerin kendi çocuklarını bile karşılarına dikecektir: Baba sende mi?

Devlet de mutlaka bu zulmü yapanları bulup hesap sormalı, adalet önüne çıkartmalıdır. Aksi takdirde yıllar sonra hesap soracak birileri kalmayacak ve bu zulmün vebali Bulgar halkının sırtında kalacaktır.

Evet, bu gün bizler bu meydandayız. 29 yıl önce sokulmadığımız bu meydanda, 29 yıl sonra olduğu gibi aynı coşku ve heyecanla ve 29 yıl sonra da olacağı gibi bir bayram edasında, özgürlük mücadelemizin anısında… Özgürlük ümidimiz olan bu meydanda, haykırmak için bir daha asla, bir daha asla diye. Özgürlük abidesi olan bu çeşmenin başında ve de haykırıyoruz hep beraber: Bir daha asla, bir daha asla dokunmayın dilimize, dinimize ve ismimize…

Rıfat YAĞCI


İçeriği Paylaş