Tarihsel Süreç İçinde Türklere Uygulanan Şovenist Bulgar Politikaları

Özel Dosyalar
İçeriği Paylaş

1389’dan 1878’e kadar Osmanlı Devleti’nin hoşgörü ve adalet dolu himayesi altında varlığını sürdüren Bulgarlar, bu süre zarfında her türlü dini vecibelerini yerine getirme hürriyetine sahip olmuş ve hiçbir şekilde soykırıma tabi tutulmamışlardır. Yaklaşık olarak 5 asır boyunca kardeşçe bir arada yaşamış olan iki milletin arasına nifak tohumları ekilmiş ve kısa bir süre içerisinde de birbirlerine kanlı bıçaklı düşman edilmişlerdir.

Bulgarlar tarihsel ve antropolojik açıdan incelendiğinde, ortaya Türk oldukları gerçeği çıkmaktadır. VI. yüzyılda Asparukh öncülüğünde Tuna boylarına gelip yerleşen Bulgar Türklerinin burada Slavlarla yoğun bir şekilde temasta bulunmaları, hem Slavlaşmalarına hem de Hıristiyanlaşmalarına neden olmuştur. Böylece, Türklük özelliklerini kaybetmişler ve Ortodoks dünyanın sıradan bir piyonu olma görevini üstlenmişlerdir. Osmanlı Devleti’nin himayesinde refah altında yaşayan bir milletin kısa zamanda dış kaynaklı propagandaların etkisi altında kalarak ihanet etmesi, onu Rusya’nın Panslavist söyleminin Balkanlar’daki en hararetli savunucusu haline getirmiştir. Bu çerçevede, Bulgarların Türklere karşı gerçekleştirdiği soykırım hareketlerinde en büyük payın Rusya’ya ait olduğunu söylemek yanlış olmaz. Nitekim Bulgarlar, bu faaliyetleriyle tarihte Türklere en fazla zararı dokunan kavimlerden biri olmuştur. Ancak, burada dikkat edilmesi gereken husus, Panslavist söylemin muhafızı, kökeni itibariyle Türk olan bir milletin olmasıdır. İşte, bu noktada karşımıza çıkan gerçek, Türklerin en karanlık devirlerinde bile tarihsel sürece yön verdiği ve nitelik olarak öbür kavimlerden üstünlük açısından farklılıklarının bulunmasının göstergesidir. Bu yaklaşım tarzı birçok akademisyen tarafından ırkçı söylemler taşıdığı gerekçesiyle reddedilse de esas manada Türk’ün yüksek bir yaradılışa sahip olduğunu ayan beyan ortaya koymaktadır. Hiç şüphesiz ki, bugüne kadar 100’den fazla devlet kurmuş, çağ açıp çağ kapamış, Panslavizm, Panislamizm, Pantürkizm ve günümüz AB’sinin baş mimarı olarak Türkler, tarihin en köklü milletidir.

1877–1878 Osmanlı-Rus Savaşı’nın ardından galeyana getirilen Bulgarlar, 1.500.000 Türk’ün göç etmesine neden olmuştur. Bu insan kitlesinin 450.000’i ya perişanlık ve sefalet içinde ölmüşler, ya da Bulgar çetelerince katledilmişlerdir. 1912–1913 Balkan Savaşları’nda hayal dahi edemeyeceği bir galibiyet kazanan Bulgarlar, bir anda kendilerini Çatalca önlerinde bulmuşlar ve Osmanlı’dan ele geçirdikleri topraklar üzerinde akıl almaz cinayetler işlemişlerdir. Genelini kadın ve çocukların oluşturduğu 500.000 insanımızın barbar Bulgar milislerince katledilmesi olayların ulaştığı boyutlar hakkında önemli bilgiler vermektedir. Ayrıca, Balkan Savaşları esnasında 440.000 kadar Türk’ün Anadolu’ya göç ettiği tahmin edilmektedir.

Bütün bu insanlık dışı uygulamaların amacı, Panslavizm’e inanmış, tek uluslu bir Bulgaristan yaratmaktır. Bunun için Türk azınlık katledilmeli veya en azından göçe zorlanmalıydı. Zira nüfusunun büyük çoğunluğunu Türklerin oluşturduğu bir Bulgaristan’da Panslavist söylem yankı bulması mümkün olamazdı. Bulgarların, bu akıl dışı ülkülerine hayat sahası kazandırmak için izlemedikleri yol, uygulamadıkları strateji kalmamıştır. Türk isimlerinin Bulgar isimleriyle zorla değiştirilmeye çalışılması, dini faaliyetlerin yerine getirilmesinin engellenmesi, komünizm bahanesiyle camilerin kapılarına kilit vurulması, İslam’ın öngördüğü sünnet olmanın yasaklanması, Müslüman Türklerin cenazelerini Ortodoks usulleriyle defnetmeye zorlanışı, Türkçe yayın yapan gazete, dergi ve kitapların basımının durdurulması, Türkçe soyadlarına -ev,-eva,-ov,-ova gibi Slav kökenli eklerin ilave edilmesi, aile arasında dahi Türkçe konuşmanın yasaklanmaya çalışılması gibi faaliyetler bu ülküye erişmek için yapılan, görünüşte etkili olması beklenen ancak pratikte tam bir fiyaskoyla sonuçlanan, uygulamalardır.

Bulgaristan, 1944 yılında komünizmi kabul ederek Soğuk Savaş Dönemi’nde Varşova Paktı’na dâhil olmuş ve Sovyetler Birliği’nin etki alanına girmiştir. Komünizmin kabul edilmesiyle bitmesi beklenen facialar bitmemiş; aksine artarak devam etmiştir. Bulgar yönetiminin, Türkleri Bulgar potasında eritip asimile etme çabalarını devlet politikası haline getirdiğine tanıklık edilmiştir. Bunun için de ‘Devlet Terörü’ uygulamaktan çekinmemiştir. İşte, “Tek Komünist Halk” yaratma sevdasıyla tarihsel süreç içinde Türk azınlığın nasıl tanımladığına basit bir örnek: 1950’ye kadar soydaşlarımız ‘Türk Azınlığı’ şeklinde ifade edilirken, 1950–1965 yılları arasında ‘Türk Ahalisi’, 1965–1976 arasında ‘Türk Kökenli Bulgaristan Vatandaşı’, 1976 yılının akabinde ‘Bulgar Türkleri’ ve son olarak 1984 yılından sonra ‘Müslümanlaştırılmış Bulgarlar’ tabirleriyle Bulgaristan’daki Türk varlığının tanımı sıkça değiştirilmiştir. Bununla da yetinilmemiş, Türklerin yoğun olarak yaşadıkları yerlere ilişkin ‘Bulgarlaştırma-Hıristiyanlaştırma’ faaliyetlerine bağlı olarak 1948, 1951, 1964, 1969 ve 1970 yıllarında çıkartılan kararnameler, Bulgar yetkililerce titizlikle yürütülmüştür. Bulgar Devleti bunun meyvesini, 1950–1951 döneminde 154.393 Türk’ün göç etmesine sebep olarak almıştır.

Bulgaristan, bünyesindeki Türk azınlığın temel hak ve özgürlüklerini 27 Kasım 1919 Neuilly Suır-Seine, 24 Temmuz 1923 Lozan,18 Ekim 1925 Türk-Bulgar Dostluk, 10 Şubat 1947 Paris Barış, 1975 Helsinki Nihai Senedi ve İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi gibi uluslararası antlaşmalarla garanti altına almıştır. Aynı zamanda, Bulgaristan anayasasıyla bunu onaylamıştır. Bulgar yönetimi, Türkleri asimile etme faaliyetleriyle yalnızca uluslararası antlaşmaları değil; kendi anayasasını ve bu anayasaya yaşam veren Marksist-Leninist ideolojiyi de çiğnemiştir.

1951’de çıkarılan kararnameyle komünist ideolojinin Türkler arasında yayılması için Türk azınlığa kendi dillerinde eğitim ve yayın yapma hakları verilmiştir. Bu çerçevede “Yeni Işık”, ”Eylülcü Çocuk”,”Yeni Hayat” gibi sıkı kontrol altında tutulan gazete ve dergiler çıkarılmıştır. Ancak, uygulama Bulgar yetkililerin umdukları şekilde sonuçlanmamıştır. Komünist ideoloji Türk halkı içinde hayat sahası bulamazken, Türkler arasındaki birlik, beraberlik ve dayanışma artmış, milliyetçi hisler gelişmiştir. Daha sonra bu olumlu gelişme 1956 yılında Bulgaristan Komünist Partisi’nin Genel Başkanlığına Todor Jivkov’un getirilmesiyle gölgelenmişti. İşte, bu tarihten sonra komünizmin yapısında bulunmaması gereken ‘din ve milliyet’ gibi prensipler yeniden gün ışığına çıkmış; Türklere karşı ‘Hıristiyanlaştırma-Bulgarlaştırma’ ülküsü doğrultusunda şovenist uygulamalara devam edilmiştir. Buna bağlı olarak, 12 Ekim 1946 tarihinde devletleştirilen Türklerin öğrenim gördüğü 2500 ilkokul, 67 ortaokul, 1 lise ve öğretmen okulu, Bulgar okullarıyla birleştirilmiştir. 1959’da Türk azınlık okulları kapatılmış, Türkçe seçmeli ders olarak haftada 2 saate indirilmiş ve 1974’te tamamen kaldırılmıştır. Yine buna paralel olarak, Türkçe yayın yapan gazete ve dergilerin basımı yasaklanmıştır. Ayrıca, 17 Ocak 1970 tarihinde Bulgaristan Komünist Partisi Merkez Komitesi ve Politbüro yetkilileri, 549 sayılı “gizli tedhiş ile milliyet ve din değiştirme” kararını almışlardır ve kararın uygulanması 1968–1972 yılları arasında Pomak Türklerine yapılan katliama dönüşmüştür. Bu asimilasyon hareketinde 300.000 Makedon ve 200.000 Pomak Türk’ünün silah zoruyla isimleri değiştirilmiş ve direnen binlerce soydaşımız şehit edilmiştir.

Bulgar yönetimi Pomak Türklerini dünyaya ‘Müslümanlaştırılmış Bulgarlar’ şeklinde takdim etse bile aslına bakıldığında bunun koca bir yalandan ibaret olduğu anlaşılır. Pomak Türkleri, Kuman(Kıpçak) Türklerinin torunlarıdırlar ve son tahlilde Müslüman’dırlar. Böylesine sıkı sıkıya bağlı olduğumuz Pomak Türklerine 1968–1972 yılları arasında girişilen asimilasyon hareketine karşı Türk diplomasisinin ve kamuoyunun sessiz kalması, olayların dünya kamuoyuna gerektiği gibi duyurulamamasına ve daha da kötüsü 1984–1985 yıllarında girişilecek olan yeni soykırım hareketine zemin hazırlamıştır.

Çıkartılan kararnamelerle Türkleri Slavlaştıramayacağını anlayan BKP Merkez Komitesi Şubat 1984’te bütün ülke çapında asimilasyon kampanyasının hızlandırılıp sonuçlandırılmasına karar vermiş ve Bulgar güvenlik güçlerini daha aktif bir şekilde devreye sokmuştur. Türk isimlerinin Bulgar isimlerle değiştirilmesi, Türkçe konuşmanın yasaklanması, İslam dininin icaplarının yerine getirilmesinin engellenmesi, camilerin çeşitli gerekçelerle yıkılması, 2–16 yaş arası çocukların ailelerinin ellerinden zorla alınarak kreşlerde Slav kültürüyle yetiştirilmesi, Türklerin askere alınmayıp ‘Trudovak’ denilen işçi birliklerinde çalıştırılması, Türk gençlerinin Bulgarlarla evlenmeye teşvik edilmesi gibi tarihten gelme birikimlerinden yararlanan Bulgarlar, yaptıkları soykırımı belgeleyecek hiçbir iz ve delil bırakmama gayreti içine girerek, bu soykırıma diğerlerinden ayrı bir atmosfer kazandırmıştır. Bulgaristan yönetiminin Türklerin yaşadığı yerleri birinci derece askeri yasak bölge ilan etmesi, sınırlarını dünya basınına kapaması ve Varşova Paktı ülkelerine ait basın mensuplarının bile bu bölgelere girmelerine müsaade etmemesi bu çerçevede değerlendirilebilir.

Bulgar güvenlik güçleri işe ilk olarak Güney Bulgaristan’dan başlamıştır. Kırcaali, Mestanlı, Filibe, Yanbolu, Eski Zağra ve İslimiye gibi yerleşim merkezleriyle köylere baskınlarda bulunulmuş ve zorla isim değiştirme yoluna gidilmiştir. Bu baskınlarda direnen yüzlerce soydaşımız öldürülmüş veya Belene, Sofya, Lofça ve Pernik gibi toplama kamplarına gönderilmiştir. 1984 sonu itibariyle 1 milyondan fazla soydaşımızın isimleri değiştirilmiş ve Kuzeydoğu Bulgaristan’daki Türk yerleşim yerlerine hücum edilmiştir. Plevne, Razgrad, Eskicuma, Şumnu, Varna, Silistre ve Osmanpazarı gibi yerlerde de aynı işlem uygulanmış; yine işkence, zulüm ve katliamlar kendini göstermiştir.

Bulgar yönetiminin asimilasyon politikaları devam ederken Türklerin direniş grupları kurdukları gözlenmiştir. 6 Mayıs 1989’da 300 kişiden fazla Türk açlık grevine başlamış ve bu grevler zamanla protesto yürüyüşlerine dönüşmüştür. Şumnu’ya bağlı Mahmuzlar kasabasında 10 bin, Bohçalar köyünde 15 bin, Razgrad’ta 5 bin, Dulova’da 5 bin soydaşımız yürüyüşler düzenlemişlerdir. Bu yürüyüşler esnasında Bulgar güvenlik güçleri kalabalık üzerine ateş açarak 30’dan fazla insanımızın ölümüne ve yüzlercesinin de yaralanmasına sebep olmuştur. Öte yandan, binlerce Türk tutuklanmış ve sürgün edilmiştir.

Todor Jivkov’un 29 Mayıs 1989’da televizyona çıkarak Türkiye’yi sınırları açmaya davet etmesi üzerine, mal varlığına el konulmuş yüz binlerce Türk, kanunlara aykırı olarak sınır dışı edilmiştir. 1989’un sonuna kadar yaklaşık 350.000 soydaşımız Türkiye’ye göç etmiştir. Her ne kadar, bazı kaynaklar Bulgaristan’daki Türk nüfusunu olduğundan daha az gösterme yoluna gitse de Türkler ülke nüfusunun %10’unu oluşturmaktadır ve nüfus artış hızı Bulgarlara oranla daha yüksektir.

1989’dan 2005’e kadar geçen süre zarfında ise Sovyetler Birliği’nin çökmesiyle Bulgaristan’ın Batı’yla uyum çabalarına girmesi Türklere karşı daha ılımlı politikalar izlemeyi beraberinde getirmiştir. Hatta Türk azınlık ‘Hak ve Özgürlükler Hareketi’ adında bir parti kurup koalisyon ortağı bile olmuşlardır. Uyguladıkları şovenist politikalarla Türk azınlığı yıldıramayan Bulgarlar, deniz çekilse bile tuzunun mutlaka dibinde kalacağını geç de olsa anlamışlardır. Gelecekte ise, Bulgaristan Türklerini geçmişe göre aydınlık, ama gri renkli günler beklemektedir.

Kader Özlem


İçeriği Paylaş

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.