Evlad-ı Fatihan: Bulgaristan

Gezi Notları
İçeriği Paylaş

EBUBEKİR KURBAN

Filibe, Plevne, Vidin, Stara Zagora… Bulgaristan’da Osmanlı’nın izini hala her yerde görmek mümkün. Orada yaşayan Türkler mutlu. Dillerinden “Türkiye anavatan” cümlesini düşürmüyorlar.

 

Yunanistan’dan Bulgaristan’a geçen kapıdayız. Pasaport kontrolü yapan görevli “Kurban” diyor, “Benim” diyorum. Adam başlıyor gülmeye. Bulgarların en meşhur çorbalarından birinin adıymış kurban. Filibe’ye doğru seyir halindeyiz. Yol boyunca geniş, bakımsız tarım arazileri göze çarpıyor. İstanbul’dan yola çıktıktan altı saat sonra, Âmâk-ı Hayal’in yazarı Ahmet Hilmi Efendi’nin memleketi Filibe’deyiz.

Osmanlı mimarisi konaklar, dar sokaklar, cumbalı güzel evler geçiyor gözünüzün önünden. Geniş bir alana yayılmış olan mahallenin bulunduğu tepede ise bir antik tiyatro ve içinde şık bir kafe var. Oradan şehri kuşbakışı izleyebiliyorsunuz. Şehrin tarihine baktığımızda İstanbul’un fethinden 90 yıl önce Lala Şahin Paşa tarafından Osmanlı topraklarına dahil edildiğini öğreniyoruz. Ancak geçen zaman içinde Osmanlı izleri azalmış.

BİZİMKİLER MUTLU GÖRÜNÜYOR

Bir şehri asıl ele veren şey sokakları. Ben de merkezden dar sokaklarına doğru süzüldüm şehrin. Bir Osmanlı Mezarlığı çıkıyor karşıma. Burada Şıpka ve Balkan Savaşları’nda şehit olan birçok asker bulunuyor. Kenan Rifai Hazretleri’nin hocası Ethem Şah’ın mezarı da burada. Sadece oradaki mezar taşları bile Osmanlı medeniyetinin manevi tapu senedi gibi duruyor. Sonra gün boyu dolaştım, çarşıyı pazarı gezdim adım adım. Bizimkilerle (Türk, Çingene, Pomak) konuştum uzun uzun. Pomak kökenlilerin dini hassasiyeti fazla. Genç-yaşlı Bulgarların gözlerinin içine baktım. Bir ışıltı göremedim gözlerinde. Neşesiz çoğu. Bizimkiler neşeli gözüküyor. “Biz Müslümanız” diyorlar, “İyiyiz,” “Güzeliz biz” diyorlar. Orada konuştuğum Türk, Çingene ve Pomakların birçoğu Filibe’de doğmuş büyümüş ama “Türkiye anavatan” diyor.

SORU: NASILSIN? CEVAP: AŞAĞI YUKARI

Botevgrad, Vratsa ve Montano ile Lom şehirleri geride kalıyor… Uzat ellerini Vidin. Tuna kıyısında bir şehir. Bulgaristan’ın son noktası. Arada Tuna Nehri var, karşısı Romanya. Hemen yanı başında Sırbistan.

Şehrin sokakları çok tenha. Gençler yok. Avrupa’ya göç etmişler. Yaşlı amca ve nineler gözüküyor yollarda. Vidin’in nüfusu 40 bin. Az sayıda Müslüman var. Avrupa’nın en yoksul şehirlerinden biri. İşsizlik var. İnsanlarda neşe yok.

Demokrasiye hazırlıksız giren şehir ahalisi çareyi şehri terk etmekte bulmuş anlaşılan.

Yaptığım bir şehir turunda öğretmen emeklisi Naciye Teyze ile tanıştım. 80 yaşında. Olağanüstü güzel bir Türkçesi var. Kocası ölmüş. “Benim kocam, vatanım, Türkiye” diyor. Bir de mevzu ile alakası yok, “Nasılsın” diye sordum Naciye Teyze’ye “Aşağı yukarı” cevabını aldım. Sonra öğrendim ki kim olursa olsun, bizimkilerden kime sorsanız aynı soruya aynı cevabı alıyorsunuz, “Aşağı yukarı” diyorlar.

Dindar Türklerin şehri: Stara Zagora

STARA Zagora, Bulgaristan’ın Eski Zağra ilinin idari merkezi olan bir şehir. Bölgenin ekonomik merkezi olmasının yanında Bulgaristan’ın altıncı büyük şehri. Osmanlı dönemindeki ismi Eski Zağra. Nüfusu 400 bin. Osmanlı döneminde nüfusun büyük çoğunluğu Türk olan şehirde günümüzde 30 bine yakın Müslüman yaşıyor. Çoğunluğu Türk. Romanlar, Pomaklar, Türkler iç içe. Onlar da “Türkiye” deyince çok mutlu oluyor. Bursa’ya, Balıkesir’e, İstanbul’a giden akrabalarını saymaya başlıyorlar hemencecik.

Dünyada az bulunan ağaç türleriyle tanınıyor Stara Zagora. Sokaklar düz. Klakson sesi yok hiçbir yerde. Her taraf ıhlamur ağaçları. Sicim gibi yağmur var, siz yoldasınız ama ıslanmıyorsunuz çünkü ıhlamur ağaçları her yerde.

Bir de mutlaka görmelisiniz, muhteşem bir Türk eseri cami var. Eski Cami, şehirde Osmanlı idaresinden kalan son eser olarak biliniyor. Tamamıyla korunmuş olan cami 1408’de inşa edilmiş. Ama öğrendiğime göre Bulgarlar camiyi dinlerarası müze yapacaklarmış.

Bulgaristan’da pek çok şehirde gördüğüm bir şey burada çok yaygın. Neredeyse her sokakta renkli ya da siyah beyaz, ölenler adına bastırılıp ağaçlara, duvarlara asılı ölenin kısa hayat hikayesini anlatan A4 ebatlarındaki kağıtlar… Kim ölmüş kim kalmış, o A4 kağıtlardan takip edebilirsiniz. Vefat edenlere hürmet fazla bu şehirde. Yaşayanlara saygıda kusur yok. Hele misafirseniz ellerinden ne gelirse tebessüm, cömertlik namına ikrama boğuyorlar. Hele hele bir de “Türküm, Türkiye’den geldim” deyince akan sular duruyor.

PLEVNE’NİN GENCİ YOK

OY Plevne… Vay Plevne… Rusları dize getiren ve aylarca uğraştıran Gazi Osman Paşa’nın dillere destan Plevne Savaşı’nı yaptığı şehirdeyim. Savaşların en şiddetli geçtiği tepeye bir panaroma yapılmış. ‘1877 Plevne Destanı’ adı verilen binanın içinde Bulgar ve Rus 14 ressam tarafından çizilen tablolarla Plevne Savaşı anlatılmış. Benimse dudağımda bir türkü: “Tuna nehri akmam diyor, etrafımı yıkmam diyor, şanı büyük Osman Paşa Plevne’den çıkmam diyor.”
Türklerin Balkanlar’dan gönderilişini simgeleyen pek çok heykel ve anıt şehrin her yerinde.  Bulgarlar ve Ruslar o savaşla çok gurur duyuyor, Plevne’yi yaşatıyorlar şehrin her yerinde.

Star Gazetesi


İçeriği Paylaş

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.