Bulgaristan’da “Türk altındaki kölelik” edebiyatıyla, 138 senedir yapılan gasplar

Haberler
İçeriği Paylaş

Bilindiği gibi Bulgaristan, 3 Mart 1878 tarihinde Osmanlı devleti ile Rusya arasında imzalanan Ayastefanos( Yeşilköy) antlaşmasıyla Osmanlı egemenliğinden “kurtarılmış” olup, Bulgaristan Knezliği’de aynı yıl yapılan uluslararası Berlin Antlaşması ile resmen tanınmıştır.

Bugün 3 Mart…

3 Mart, Bulgaristan’da resmi gün ilan edilmiştir. Yani Osmanlı egemenliğinden kurtuluş günü…

Bugün Bulgaristan’da yapılacak olan resmi törenlerde, pek çok konuşmacı,  normal olan “500 senelik Osmanlı egemenliğinden kurtuluş” yerine,  genellikle anormal olan “500 senelik Türk altıdaki kölelikten kurtuluş” diyecek.

Peki…

Osmanlı İmparatorluğu etnik kökene dayanan bir imparatorluk olmamasına rağmen, hatta aynı imparatorluğun egemenliği döneminde, Bulgarlar bir kat köleyse Türklerin iki kat köle olduğunun bilinmesine rağmen,  Bulgaristan’da, “Osmanlı egemenliği” değil de, neden“Türk altındaki kölelik” senelerdir cazibesini koruyor?

Gerek knezlik dönemi olsun, gerek 1908 yılında bağımsızlığını ilan ettikten sonra olsun, Bulgaristan, Avrupa değeri olan üretim araç gereçlerini bir türlü hayata geçiremediği için, topyekun  “Türk altındaki kölelik” bahanesine sığınarak, gasp kültürünü harekete geçiriyor.

Ve… Bulgaristan’da kalan Türklerin ve Pomakların malvarlıklarına veya vakıf mallarına göz dikiliyor.

Fakat Berlin Antlaşması, 1909 tarihli İstanbul protokolü, 1913 tarihli İstanbul Antlaşması, 1925 Ankara Antlaşması vs gibi anlaşmalar, Bulgaristan sınırları içinde kalan Müslüman Türklerin ve Pomakların malvarlıklarını ve vakıf mallarını koruma altına alıyordu.  Hatırlatmak isterim ki, ilk önceleri Bulgaristan sınırları içinde ne kadar etnik Bulgar varsa, o kadar da Müslüman Türk veya Pomak vardı.

Bir bahane bulunarak, Türklerin ve Pomakların kovulması ve malvarlıklarına da el konulması gerekiyordu…

Bulunuyor da…

“Türk altındaki kölelik” edebiyatı…

Bu edebiyatla,  örneğin Sofya’da yaşayan 70 bin Müslüman’ın hemen hemen hepsi kovuluyor ve malvarlıkları gasp ediliyor. Yine örneğin Sofya ve civarındaki 67 caminin 64’ü, hep yağmurlu ve gök gürültülü bir havada yakılıyor. Berlin Antlaşmasına taraf olan ülkelere ise, “Yıldırım düştü de yangın çıktı” bilgisi veriliyor.

Yüzlerce kervansaray, imaret gibi vakıf malları da, bu gibi yöntemlerle gasp ediliyor.

Sofya’da ayakta kalan üç caminin birisi( Büyük cami) hemen Arkeoloji müzesine, diğer biri, yani Kara camii, ilk önce at ahırına, daha sonra kiliseye( Sveti Sedmoçislenitsi) çevriliyor.

Bugün,  Sofya’da ibadete açık tek Kadı Seyfullah Efendi(halk arasında Banyabaşı camii olarak bilinen) camii bırakılmıştır. Bu tek caminin de vakıf malları ve bahçesi gasp edilmiş olup, revak altı da kaldırım yoluna çevrilmiştir. Revak kolonlarından birisi ise, motorlu araçların geçtiği yoldan sadece 50 cm mesafededir. Yani  “500 sene Türk altındaki kölelik” edebiyatı yapılıp, “kazara” bu kolona bir motorlu aracın çarpması an meselesi…

Bulgaristan’ ın diğer bölgelerinde de hemen hemen aynı yöntem kullanılmıştır.

138 senedir Bulgaristan’dan 2 milyondan fazla Müslüman Türk veya Pomak kovulmuş olup, bunların arkalarında bıraktıkları mal varlıkları ve vakıf malları, “Türk altındaki kölelik” edebiyatı yapanların eline geçmiştir. Bu her etnik Bulgar ailesine, eşyalarıyla, hayvanlarıyla, ahırıyla, birer ev demektir…

Komünist döneminde ise, – yine “Türk altındaki kölelik”  edebiyatıyla –  Müslümanlar için “inşaat askerliği” icat edilerek,  Türkler ve Pomaklar ilk önce 3’er sene, daha sonra 2’er sene köle gibi kazma kürek ile karayollarında, demiryollarında, maden ocaklarında, inşaatlarda çalıştırıldığı bilinen bir gerçektir.

Örneğin bugün, parti kongrelerinin yapıldığı Sofya’daki NDK(Halk Kültür Evi) binasının ve diğer binaların Türk ve Pomak asıllı “ inşaat askerleri” tarafından yapıldığını hatırlayan var mı acaba? Yine Bulgaristan’ daki tüm binalarda olduğu gibi, örneğin Lülin, Drujba, Mladost vs gibi, Sofya merkezinin ve semtlerinin hepsinde Türk veya Pomak emeği ve teri olmayan tek bir bina var mıdır acaba?

Bugün hala, Bulgaristan’da “Türk altındaki kölelik”  edebiyatıyla, kalan birkaç Müslüman vakıf malvarlıklarının gaspına da devam edilmektedir. Örneğin Kırcaali medresesi gasp edilerek, “Bulgar Kültürü müzesi” ne çevrilmiştir(Başka bir kültürden gasp edilen bir binanın içinde, bir başka “kültürün” tanıtılması nasıl bir duygudur acaba?). Birkaç sene önce Eskizağara’daki Hamza bey camii gasp edilerek, dinlerarası müzeye çevrilmiştir. Geçen sene ise Karlova’daki Kurşunlu camii mahkeme kararıyla gasp edilmiştir. Sırada Razgrad’taki Pargalı İbrahim Paşa camii gaspı var…

Aynı “Türk altındaki kölelik”  edebiyatıyla, bugün, Bulgaristan’da yaşayan Türkler, sömürü halkı olarak görülmektedir. Örneğin Kırcaali bölgesinde yaşayan Türklerin oranı % 70’ i geçerken, devlet dairelerine çalışan Türklerin oranı % 15’i geçmemektedir, üstelik bunların %5’i tamamen asimile olanlardandır… Bu hak ihlallerine 1993 yılından beri basılmayan Türkçe ders kitapları, Türkçe ders konusunda çıkarılan çeşitli zorluklar, Türklerin ekonomik olarak çökertilip göçe zorlaması vs, vs gibi yüzlerce örnek gösterilebilir.

Bulgaristan’da 138 senelerdir “Türk altındaki kölelik” edebiyatıyla, nesilden nesile aktarılan bu gasp kültürü hala devam etmektedir.

Bu gasp kültürüyle, üretime dayalı bir ekonominin yaratılması imkansız olduğu  için, bugün Bulgaristan, Avrupa’ nın en fakir ülkesidir.

Artık Bulgaristan’ da yaşayan Türklerin donlarından başka çalınacak bir şeyleri kalmadığı için, aynı gasp kültürü, tüm Bulgaristan kaynaklarının gaspına dönüşmüştür.

Her ne kadar Avrupa Birliği üyesi olsa da, bugün Bulgaristan, genellikle eski DS ajanlarından oluşan suç örgütlerinin egemenliği altındadır( Halk bu güçlere “mutra“  adını takmıştır. “Mutra” kelimesi, somurtkan, asık yüz anlamına gelir.  Ancak ”mutra” kelimesinin başka anlamı da var: Fiziki olarak güçlü, düşük seviyeli, suç örgütlerinin hizmetinde bulunan, sıradan insanlara karşı düşmanca davranan, şiddet eğilimi olan bireydir).

Maalesef Bulgaristan’ daki ekonomik güç, bu organize suç odaklarının elinde toplandığı gibi; yasama, yürütme, yargı da onların kontrolündedir.

Aynı suç odakları, “Türk altındaki kölelik”, Levski, Botev edebiyatıyla,  Bulgaristan’ı soymaya devam ediyorlar.

Sahi…

Bulgaristan, bu suç örgütlerinden ve onların “mutralarından” ne zaman kurtulacak?

Durmuş Arda

Kaynak: Balkanlar 24


İçeriği Paylaş