Bir mücadele insanı: Ahmed Davudoğlu

Balkanlardan Haberler Özel Dosyalar
İçeriği Paylaş

Doğduğu Bulgaristan’da Komünist zulmüne maruz kalan Davudoğlu Hoca, Türkiye’ye hicret ettikten sonra da çeşitli sıkıntılar çekti
Son devrin önemli âlimlerinden Ahmed Davudoğlu, Bulgaristan’dan Türkiye’ye çileli bir ömür sürdü.

1912 yılında Bulgaristan’a bağlı Deliorman bölgesinin Şumnu vilayetinin Kalaycıköyü’nde doğan Ahmed Davudoğlu’nu belki de birçoğumuz bilmiyoruz. Oysaki İslam’a, hem Bulgaristan’da hem de Türkiye’de çektiği tüm acılara, gördüğü işkence ve zulümlere karşın hizmet etmekten bir an geri kalmayan Ahmed Davudoğlu, geçtiğimiz yüzyılın en değerli Müslüman âlimleri içerisinde yer alır. Bu değerli zatın Ölüm Daha Güzeldi ismiyle ilk olarak Mustafa Polat, ardından da Hece Yayınları tarafından neşredilen hatıratından sizleri de haberdar etmek istedik.

PEHLİVANLIK İÇİNDE UKDE OLARAK KALMIŞ

Kitap “Deliorman hatıraları”, “mektep hatıraları”, “Mısır hatıraları”, “zindan hatıraları” ve “anavatan hatıraları” olmak üzere 5 kısımdan oluşuyor. İlk kısmı teşkil eden Deliorman hatıralarında Hoca, Deliorman ve civarında yaşayan Türklerin tarihlerine, geleneklerine, düğün-sünnet benzeri merasimlerine yer veriyor. Tafsilatıyla bu gelenekleri ve bölgenin tabiatını anlattıktan sonra, insanların gündelik hayatlarına dair bilgi veriyor. Kadınların, erkeklerin ve çocukların köydeki görevlerini, akşamları nasıl vakit geçirildiğini, köy imamlarının nasıl tayin edildiğini ve hem köyüne hem de bölgesine dair daha birçok şeyi bu ilk kısımda anlatıyor.

Daha sonraki sayfalardan anlaşıldığı üzere, Hoca, içinde bir ukde olarak kalan pehlivanlığa ise uzun sayfalar ayırmış. Dedem Zeynelabidin Tatlılıoğlu’na da hocalık eden Davudoğlu, dedemden öğrendiğime göre her sene Edirne’de düzenlenen Kırkpınar Yağlı Güreşleri’ne gider, tüm güreşleri hiç kaçırmadan seyredermiş. Kendisi bir zamana kadar babasının zoruyla okumuş ve hayalinde hep iyi bir pehlivan olmak varmış. Bir seferinde babasından güç bela izin alarak, güreş meydanına çıkmış çıkmasına ama ilk güreşte omuzları yeri öpünce pehlivanlık sevdası da oracıkta bitivermiş.

BULGARİSTAN’DAN EZHER’E YOL GİDER

Babasının büyük teşviki, hatta zoru ile mektepleri dereceyle bitiren Hoca, Bulgaristan’ın en önemli ilim merkezlerinden olan Nüvvab’ı da iyi bir derece ile bitirmiş. Derslerinde oldukça başarılı olan bu öğrenciyi, o yıl, dinî ilimleri tahsil etmek ve geri döndüğünde Nüvvab’ta veya Bulgaristan Müftülüğü’nde çalışmak üzere Ezher’e göndermeye karar vermişler. Hükümetin desteğiyle Ezher’e giden ve uğradığı bir haksızlık neticesinde sadece bir dönem okulu uzatarak bitiren Hoca, tekrar Bulgaristan’a dönmüş. Mısır’da hem maddi açıdan hem de gurbetten ötürü oldukça sıkıntılı ve çileli bir hayat sürmüş. Bulgaristan’a döndükten sonra Nüvvab’ın orta ve lise kısımlarında önce muallim, ardından da müdür olarak tayin edilmiş. Onca yıl çektiği sıkıntılı tahsil sürecinin meyvelerini görecek derken Bulgaristan’da rejim değişikliği her şeyi değiştirmiş.

KOMÜNİST REJİMİN HAPİSHANELERİNDE YATTI

Komünist rejimin, ideolojisini devletin her kurumuna sokma arzusu, Müslümanların nispeten rahat olan konumunu da yerle bir etmiş. Nüvvab’ın müdürü konumunda olan Ahmed Davudoğlu Hoca ise komünizmin zulmünden en şedid şekilde nasibini almış. Bir düzmece iddia ile önce gözaltına alınan, ardından Sofya’ya hapishaneye götürülen Hoca, Türkiye ajanı olmakla suçlanmış. Kendisi aleyhinde zorla, işkence altında alınan ifadeleriyle birkaç talebesi ajan olduğuna dair şahit gösterilmiş. Etrafında bulunan herkes söylenen suçu kabul etmesini, yoksa hapis hayatının hiç bitmeyeceğini, bitse de idamla sonuçlanacağını söylemiş. Ancak Hoca asla doğruyu söylemekten vazgeçmeyerek, her seferinde “bu suçlar tarafımdan işlenmemiştir” demiş. Bir süre hapiste kalmış, çok defa açlık ve susuzluk çekmiş ve midesindeki rahatsızlığı dayanılmaz boyutlara ulaşmış. Ancak her seferinde metanet ve tevekkül ile Allah’a sığınarak zulmün bitmesi için dua etmiş. Faşist olmakla, bir diğer ifadeyle komünist olmamakla suçlanan birçok Bulgar ile aynı hücrede yatmış.

HOCA’YA REVA GÖRÜLEN İŞKENCE

Yine dedemden öğrendiğime göre Hoca’nın astım hastalığı varmış ve sık sık rahatsız edermiş. Astım olmasının sebebi ise kitapta da anlattığı, okurken insanın dayanmakta güçlük çektiği ilk işkenceymiş: “Kollarımı o kalın sicimle arkama kat kat bağladı. Başıma da bir maske geçirdi. Maskenin hava alıp vermeye yarayan bir hortumu vardı. Maske başıma geçirilince dünyayı iki gözlükten görmeye ve hortumdan gelen hoş bir havayı teneffüs etmeye başladım. Tam bu sırada birden ateş düşmüş gibi bir hal oldu. Teğmen elektrik cereyanını salmıştı. Kafamın mor alevler içinde cayır cayır yanmakta olduğunu hissediyordum. Sade kafam değil, bütün vücudum yanıyor! Dişlerim birbirine çarptıkça elektrik burgusuna benzer bir çatırtı duyuyor, feryad u figanım ayyuka çıkıyor. İnsafsız kefere zerre kadar vicdan azabı duymadan beni diri diri yakıyordu…”

Uzun bir zaman her gece bu nevi işkencelere maruz kalan ve hiçbir delil olmaksızın hapiste tutulan Hoca, daha sonra idam edilecekken işçi kampına yollanır. Uzun bir süre kampta hastalığına rağmen ağır işlerde çalıştırılır. Kampta hem Türkler, hem Bulgarlar vardır. Rejime karşı olan ya da rejimi tasvip etmeyenler kamplarda zorla çalıştırılmaktadır. Bir zaman gelir ki Allah’ın inayetiyle kamptan da kurtularak evine döner. Bahçe kapısında kendisini gören yeğeni, “Anne, koş bir dilenci geliyor” der. Hoca’nın hali o denli yürek parçalayıcıdır.

ŞİFA DEĞİL DÜPEDÜZ ZEHİR VERMİŞLER

Hapis ve çalışma kampından kurtulduktan sonra eski görevine tayin edilmesine rağmen, rejimin baskıları dayanılacak boyutlarda değildir. Her an yeniden tutuklanma ve hatta sorgusuz sualsiz idam edilme korkusu olduğu için ailesiyle birlikte anavatana yani Türkiye’ye hicret eder. Önce Edirne’ye, sonra Sakarya’ya derken İstanbul’a gelip yerleşirler. Parasızlık, işsizlik ve hatta evsizlik gibi türlü sıkıntıların ardından İslam Yüksek Enstitüsü’nde hocalık günleri başlar.

Anavatana henüz hicret etmiş olan Hoca, ülser hastalığından muzdariptir. Hapis ve çalışma kampındaki gayriinsanî koşullar ise hastalığını iyice artırmıştır. Türkiye’de parasızlıktan doktora gidememesine karşın, bir arkadaşının yardımıyla bir doktora görünür. Doktorun verdiği iğneleri alır ve bedava iğne yaptıkları için Kızılay’a gider. Hemşire iğneleri görünce, “Sana bunları hangi domuz verdi, bunlar düpedüz zehir, seni anında öldürür” der. Her ne kadar doktorun kim olduğu anlaşılmasa da Hoca’nın tahminine göre kendisini faşist zanneden bir komünisttir.

BUGÜNKÜ POLİS MEDYASI O GÜN DE İŞBAŞINDA

Taşlıtarla’da genelde muhacirlerin yaşadığı bir mahallede, derme çatma bir gecekonduda bu büyük âlim tevekkül ile hayatına devam etmeye başlar. Ancak bir gün Konya’ya bir konuşma yapması için davet edildiğinde işler değişir. Konuşmasında resmi nikâhın ardından mutlaka dinî nikâhın da yapılmasının şart olduğunu ve resmi nikâhın tek başına yeterli olmayacağını ifade eder. Milliyet gazetesinin bir muhabirinin bu konuşmayı gizlice kaydedip gazetede yayımlamasıyla hukukî süreç başlar. Bekir Berk’in avukatlığını yapmasına ve söylediği sözün hiçbir kanuna göre suç teşkil etmemesine rağmen 1 yıl hapis, 4 ay daKırşehir’de mecburî ikamet yani sürgün cezasına çarptırılır. Evinden kendisini almak üzere gelen polislere kahve ikram eden Hoca, bu iki polisin gözyaşları içinde tutuklanarak cezaevine, adi suçluların koğuşuna gönderilir. Suçlulara İslam’ı anlatan, en adi suçlardan mahkûm olmuş olanları irşad eden ve büyük hürmet gören Hoca, hapiste çok rahat ettiğini söyler ve Allah’a hamd eder.

Bu büyük mazlum Müslüman âlimin, tüm din kardeşlerine, kitabının sonunda yer alan bir vasiyeti vardır: “İmanınızı muhafaza ediniz, zira imanın kazanılması çok zor ancak kaybedilmesi çok kolaydır.”

KABRİ EYÜP’TE

Hem Bulgaristan’da hem de Türkiye’de türlü zulüm ve işkencelere maruz kalan bu mütevazı âlim 1983’te Hakk’a yürür ve kendi isteğiyle Eyüp’e defnedilir. Davudoğlu Hoca, pozitivizm cereyanının en kuvvetli olduğu, dinin bir tarafa atıldığı, Müslümanın hakir ve hor görüldüğü, dine dair bir kelam etmenin devletçe yasaklandığı bir dönemde hiç boynunu eğmeden, sabrı ve tevekkülü elinden bırakmadan İslam’ın hamiliğini ve müdafîliğini yapmıştır. Hepimizin onun vasiyetini yerine getirmesi temennisiyle, Ahmed Davudoğlu Hocaefendi’nin himmetini Allah’tan niyaz ederim. Ahirette ismimiz yanında anılsın.

Kaynak: Dunyabizim.com
Yusuf Selman İnanç


İçeriği Paylaş

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.