Balkanlar’dan Rus-Türk ihtilafına bakışlar

Haberler
İçeriği Paylaş

Geçtiğimiz günlerde Al Jazeera Balkan televizyonundaki bir açık oturumda Sırbistan’dan katılan Ortadoğu ve siyaset bilimi uzmanı Vladimir Trapara ve Hırvatistan’dan katılan tecrübeli bir diplomat olan Bogoljub Lacmanović ile Türkiye-Rusya ilişkilerini karşılıklı değerlendirdik. Başka milletlerin olayı nasıl gördüğünü anlayabilmek ve Türkiye’nin yaşadıklarını Balkan kamuoyuna aktarabilme bakımından faydalı bir program olduğunu düşünüyorum. Sorulardan ve tartışmalardan Balkanlarda halkın ve aydınların hala güçlü şekilde karşı propagandanın tesiri altında kaldıkları açıkça görülüyor.

Tartışmalarda, Rus uçağının düşürülmesinden başlayarak özel olarak Rusya’nın bölgedeki varlığı haklı gösterilmeye çalışıldığı hissediliyordu. Beklentinin tam aksine, Sırbistanlı akademisyen değil de, Hırvatistanlı diplomat Rusya tezleriyle beslenmiş eleştirileriyle Türkiye’nin dış politikasına fazlasıyla yüklendi. Programda zamanın verdiği izin nispetinde, Türkiye’yi yayılmacı ve saldırgan göstermeye çalışanlara karşı, Türkiye’nin neden Suriye’de olmak zorunda kaldığını, diğer yandan barışçıl ve terörizmle mücadele eden devlet görünümüyle resmedilen Rusya’nın geçtiğimiz beş yıl içerisinde Ukrayna’nın yarısını ve Kırım yarımadasını, Güney Osetya ve Abhazya’yı nasıl yuttuğunu ve genişlemeye devam ettiğini, Rusya ve İran’ın bölgedeki varlığını ve bunun gerçek sebeplerini dile getirmek, hatırlatmak gerekti. Açık oturumda aslında herkes tarafından da bilinen gerçekleri dile getirirken, Türkiye’nin korumak zorunda olduğu 900 km’lik Suriye sınırının olduğu ve Suriye’deki her olumsuz gelişmenin ülkemizin iç güvenliğini doğrudan etkilediğini dile getirdim. Rusya’nın ise Suriye ile sınırı olmamasına rağmen bir kaç ülkeyi aşarak bölgeye müdahalesinin anlamsızlığını özellikle vurgulamaya çalıştım.

Uçak düşürülmesi hadisesinde Türkiye’yi suçlayanlara, angajman kurallarının çiğnendiği ve 10 uyarı yapıldığı, bundan iki hafta önce de yine aynı türden ihlaller yapıldığı ve Türkiye’nin gerekli uyarıları yaptığı hatırlatıldı. Türkiye’ye ambargo veya yaptırım uygulamanın Rusya için de ciddi maliyetlerinin olacağını, bu ekonomik yaptırımların tek taraflı olmayacağını. Rusya’da Putin yönetiminin olayı abartarak iç politikada zedelenen yenilmez demir adam yeni Rus Çarı Putin imajını korumaya çalıştığını, Türkiye’nin savaş istemediğini, ama her egemen ülke gibi sınırlarına saygı gösterilmemesi halinde gerekeni her zaman yapacağını, daha önce iki Türk uçağı ve bir helikopterinin düşürülmesini bile Türkiye’nin bir savaş sebebi saymadığını kendilerine hatırlattım.

Türkiye ile terörün adını yan yana kullanmaya çalışanlara Türkiye’nin içeride tek başına 40 yıllık terörle mücadele geçmişinin olduğunu, Rusya’nın gerçekte bölgedeki terörle mücadele için gelmediğini, Türkiye’nin ise elbette sınırlarını, çıkarlarını ve güvenliğini koruma hakkının olduğunu, ama yine de problemlerin diplomatik yollarla çözümü dışında bir çözüme gönüllü olmadığını zikrettim. Nitekim, Suriye savaşının ilk günlerinden itibaren Türkiye’nin Suriye halkının demokratik taleplerinin dikkate alınması ve özgürlük içinde yönetilmesi gerektiğini savunarak konuyu uluslararası bütün platformlara taşıyıp diplomatik çözümün bütün yollarını denediğini dile getirmeye çalıştım.

TV Programında Suriye krizinin yayılma eğilimi olup olmadığı sorusuna ise; krizin çoktan yayıldığını, 12 milyon Suriyeli muhacirin yurtdışına gitmek zorunda bırakılmasının bunu açıkça gösterdiğini hatırlatmak gerekti. Suriye’den Türkiye’ye göçen milyonlarca Suriyeliye Türkiye’nin ev sahipliği yapmakta olduğunu ve bunun genel bütçe üzerinde 7 milyar Dolarlık ciddi bir yük oluşturduğunu ve bundan dolayı Türkiye halkının rahatsızlık duymadığını ama yine de krizden herkesten önce Türkiye’nin doğrudan etkilendiğini aktardım. Fakat krizin yayılması ile kastedilenin; problemin Türkiye’ye veya diğer bir Müslüman ülkeye yayılması değil de, Batı Avrupa’da veya dünyanın diğer bölgelerinde yayılıp yayılmayacağına dair endişeler olduğu anlaşılıyor. Son zamanlarda mültecilerin Balkanlar’dan Avrupa Birliği kapılarına kadar Dünyaya yayılmak zorunda kaldığını ve artık bölgesel problemlerin küresel problemlere dönme eğilim ve tehlikesi taşıdığını, hiçbir bölgesel problemin eskisi gibi ülke sınırları içerisinde kalmadığını, kalamadığını dile getirdim.

Dünyanın bugün gelinen noktada sanki 3. Dünya Savaşı sonrası bir paylaşıma dönüşen tablosu fazlasıyla düşündürücü. Türkiye’nin yanıbaşındaki bir ülkeye dünyanın her yerinden gelerek bu paylaşım ve siyasi nüfuz ticaretine katılan yaklaşık on devlet var. Görünüşte herkes dostlarını ve uzak-yakın çıkarlarını koruyor. Halbuki korunan nüfuzlar ve çıkarlar arttıkça, ölen veya tehcire uğrayan Suriyeli sayısında maalesef bir azalma olmuyor.

Dolaylı olarak sorulan, “Türkiye Suriye’de ne arıyor?” sorusuna verilecek cevaplar da çok açık aslında. Türkiye, “ben buradayım ve beni hesaba katmadan sonuçları yanlış hesaplamayın” diyor artık. Türkiye, alışılageldik içine kapanık pasif politika yerine, içeriden ve dışarıdan yaşanan propaganda ve fiili saldırılara rağmen her yönden büyümesine devam ediyor. Bosna-Hersek ve yakinen izlediğim birçok ülkede Türkiye’nin yurtdışında ciddi yatırımlar ve adımlar atıldığına, şahitlik ediyoruz.

Türkiye’nin yurtdışı çıkarlarını kasten ülkenin iç siyasetiyle karıştırmak, ülkenin önüne çıkan sorumlular ve fırsatların kaçırılmasına ve ülkenin telafisi kabil olmayan ciddi kayıplarına sebep olabiliyor. 1989 yılında Sovyetlerin dağılması sonrasında bütün tarihi fırsatlar elden birer birer kaçırılmış ve bölgede devlet tarafından üstlenmesi gereken diplomatik ve saha fonksiyonları tamamen bir kaç sivil girişime terkedilmişti.

Bugün, Dünya yeniden kurulurken Türkiye’ye ısrarla “evine don” deniyor. İran’a ve Rusya’ya nedense karışan veya bölgede neden var olduğunu sorgulayan yok. Düne kadar “terörist” ve bölgenin en tehlikeli devleti olarak gördükleri İran, Suriye’yi Fars çıkarlarına ve mezhep politikalarına çanak tutarak ortalığı nice zamandır kasıp kavuruyor. İran’ın Irak’ta kazandığı nüfuzdan hareketle büyük resmi doğru okumak ve gelecekte nasıl bir Ortadoğu planlandığını anlamaya çalışmak gerekiyor.

Özetle Suriye trajedisi, uluslararası toplumun samimi gayreti olmaksızın çözülmesi zor bir problem. İstikrarlı yürüyüşünü devam ettirebilecek ve güçlenecek bir Türkiye ise, hem Suriye hem bütün Ortadoğu için diğer ülkelerden daha adil ve çözüm odaklı politikalar üretmeye çok daha yatkın.

 

Kaynak: Dünyabülteni


İçeriği Paylaş