Balkan Tarihi

Alıntı Yazarlar Haberler
İçeriği Paylaş

Balkanlar, Avrupa kıtasının güneydoğu kesiminde, İtalya Yarımadası’nın doğusu, Anadolu’nun batısı ve kuzeybatısında yer alan coğrafi ve kültürel bölgedir. Bölge, sarsıntılı, hareketli bir tarihe sahiptir.

Bölge, coğrafi konumu gereği birçok açıdan ikiliğin bulunduğu bir yer olmuştur. Tarihte Latin dünyası ile Grek dünyası arasında, sonraları ikiye ayrılan Roma kültüründe Katoliklik ile Ortodoksluk arasında paylaşılmıştır. Bu devirden sonra bölgeye eklemlenen Müslümanlık da, Balkanlar’daki çok renkliliği şekillendirmiştir.

Tarih boyunca Avrupa’nın hiçbir bölgesi Balkanlar kadar saldırı, istila ve işgale uğramamıştır. Uzun tarihi boyunca sık sık, özellikle kuzeyden ve doğudan gelen değişik orduların saldırısına uğrayıp ele geçirilen bölge, küçüklü büyüklü birçok ulusun yaşam alanı olmuştur. Balkanlar, Persler, Makedonlar, Romalılar, Bizanslılar, Hunlar, Avarlar, Bulgarlar, Sırplar, Türkler, Avusturyalılar ve daha başka uluslar tarafından uzun yıllar boyunca yönetildi. Balkanlar’ın yerli halkı olan topluluklar kısa süreli dönemler hariç tarih boyunca hep başka milletlerin idaresi altında yaşamışlardır.

 Devirler

Cilalı Taş Devri 

Starçevo-Körös (MÖ. 6500-4000), Doğrusal çömlekçilik (MÖ. 5500-4500), Vinça (MÖ. 5000-3000), Kukuteni-Tripilyan (MÖ. 4500-3500) ve Ezero kültürü (MÖ. 3300-2700), Balkanlar’ın çeşitli kısımlarında yaşadığı arkeologlarca belirtilen kültürlerdir.

Bakır Çağı tarihli Varna kültürü (MÖ. 4600-4200), dünyadaki bilinen en eski altın hazinesi ve ölümden sonraki hayata dair inanışın kaynağıdır.

Balkanlar, Cilalı Taş Devri’nde Avrupa genelinden önce çiftçiliğin geliştiği bir bölgedir. Burada gelişen çiftçilik faaliyetleri kuzeye ve Orta Avrupa’ya geçmiştir.

Bakır Çağı

Miladın öncesinde, III. binyılın sonu ile II. binyılın ilk yarısında Proto Grekçe konuşan kabileler bölgeye hareket etmişlerdir. MÖ. 1000’de İlir kabileleri bugünkü Arnavutluk’un kuzeyinde belirmişlerdir.[1] MÖ. 1000 civarında Daçyalılar ve Traklar Balkanlar’da (bugünkü Romanya, Bulgaristan, Moldova, kuzeydoğu Yunanistan, Türkiye’nin Trakya kısmı, doğu Sırbistan ve Makedonya) görünmüşlerdir.[2]

Friglerin de Balkanlar’ın güney kesimlerinde yerleştikleri düşünülmektedir.

Demir Çağı

MÖ. 9-8. yüzyıllarda Dorlar, Balkanlar’ın güneyinde yerleşmişlerdir. MÖ. 4. yüzyılda Büyük İskender’in hükümdarlık döneminde bölge, Makedonya İmparatorluğu’na ev sahipliği yapmıştır.

Antik Dönemler

Roma Öncesi Dönem

Scodra (bugünkü İşkodra) şehri merkez olmak üzere İlirler, MÖ. IV. yüzyılda bölgede güç oluşturmuşlardır. Ancak, MÖ. 358’de II. Filip (Büyük İskender’in babası), İlirleri yenip egemenlik alanını Ohri Gölü’ne dek genişletmiştir.

MÖ. 323’lerde Grek şehirleri arasında şiddetli çatışmalar yaşanmıştır.

MÖ. 229 ve 219’da Roma ordusu, İlirya yerleşkelerine baskın düzenlemiştir. Bu baskınlar Neretva vadisinde gerçekleşmiştir. İliryalılar karşılık olarak Romalılara saldırınca Roma için Balkanlar’a yayılma fırsatı oluşturulmuştur.

MÖ. 180 yılında Dalmaçyalılar, İlirya kralı Gentius’a karşı bağımsızlık ilan ederler. Romalılar, MÖ. 168’de son İlirya kralı Gentius’u yenip kendisini MÖ. 165’te Roma’ya esir olarak götürmüşlerdir. Kısa süre sonra bu bölge Roma kontrolu alınmış, idarî yapılanma kurulmuştur.

MÖ. 168 civarlarında Romalılar, Grek sivil savaşları sebebiyle uygun zemin bulup imparatorluk sınırlarına Makedonya, Epir ve Achaea topraklarını katmışlardır.

Roma Dönemi

MÖ. II. yüzyıl ilk kısmında, Balkanlar’da Roma döneminin başlamıştır. Dönemle beraber bölge idarî, kültürel ve askerî açılardan Roma yapısıyla kurgulanmaya başlanmıştır. Roma döneminde, Balkanlar’ın güneyinde bulunan Grek bölgesi ile çeşitli çatışmalarda da yaşanmıştır. Bu çatışmalar Miladın sonrasında Roma’nın Katolik ve Ortodoks sınırını da oluşturacaktır. Kurulan Illyricum Eyaleti bölgede büyük bir öneme sahip olmuştur.

I. Konstantin zamanında Balkanlar’da düzen kurulsa da, Tervingiler ve Greutungiler gibi Got kavimleri ile Hunların bölgeye girişleri ile durum değişmiştir. Bu kavimler önce, bölgeye ve sınırlara koruyucu halklar olarak yerleştiyseler de, sonrasında özellikle Hunlar, Roma’nın idaresi açısından büyük sıkıntılar yaratmışlardır.

Roma egemenliğinin son yıllarında Romalılar, Gotlar ve Hunlar, bölgede kendi güç alanları oluşturma uğraşına girişmiş ve kendi alanlarını kurmuşlardır.

İmparator I. Theodosius’un (346-395) ölümünde önce, devletin topraklarını iki oğlu arasında paylaştırması üzerine Balkanlar da ikiye bölünmüştür. Kuzeybatı kısmı (bugünkü Hırvatistan ve Slovenya toprakları) Batı Roma; gerisi Doğu Roma İmparatorluğu sınırlarında kalmıştır.

Hristiyanlığın bölgede yayılması

Balkanlar’a Hristiyanlık, Pavlus ve onun takipçileri Trakya üzerinde Balkanlar’a geldiklerinde girmiştir. Pavlus, Greklere Hristiyan inancını Beroia ve Thessaloniki (Selanik), Atina, Korint ve Dyrrachium (Dıraç) şehirlerinde yaymıştır.[kaynak belirtilmeli] Andreas da Daçyalılar ve İskitlere Dobruca ve civarındaki Karadeniz kıyılarında seslenmiştir.[kaynak belirtilmeli] MS. 46 yılında bu bölge Roma egemenliğine geçmiştir.

III. yüzyılda bölgede Hristiyan sayısı artmıştır. 313 yılından sonra, Roma’nın hoşgörüsü sonrasında Balkanlar’da Hristiyanlık iyice yayılmaya başlamıştır.

391 yılında I. Theodosius, Hristiyanlığı, Roma’nın resmî dini hâline getirmiştir.

Hunların yerleşmesi

Hunlar, Gotlardan, Alanlardan ve Germen Taifallardan oluşturdukları yardımcı kuvvetlerle takviyeli olarak ilk defa 378 baharında Tuna’yı geçmişlerdir. Romalılardan karşılık görmeksizin Trakya’ya kadar ilerlemişlerdir. Roma imparatoru I. Theodosius’un ölüm yılı olan 395’te Hunlar yeniden Balkanlar’da hareketlenmişlerdir.Hunlar, MS. 380 yılından itibaren Balkanlar’a egemenlik kurmuşlardır. Bölgenin büyük bir kısmında hâkim olan Hunlar, Slavlardan daha önemlidir.

Balkanlar’da yerleşen Hun idarî yapılanması, idarede ve devlet içindeki Türk kavimlerinin yanında, birçok Ural kavmi, Germen kavimleri (Gotlar, Gepidler vb.), Slavlar, Sarmatlar gibi birçok kavmin beraber yaşadığı bir yapı olmuştur.

MS. 453 yılında Attila’nın ölümü ile beraber Balkanlar’da Hun gücü zayıflamış ve sonrasında da Hunların idaresi ortadan kalkmıştır.

Slavların Yerleşimleri

V. ve VI. yüzyıllarda, çeşitli lehçeleri konuşan Slavlar birçok grup hâlinde Balkanlar’ın geniş arazilerine hâkim olmuşlardır.

Slavlar, Balkanlar’a geldiklerinde, bölgeye geçici olarak yerleşmiş ve bu yerleşmelerle Slavların bölgedeki birçok halkı asimile ettiği düşünülmektedir. Bu Slav kabileleri büyüklü küçüklü birçok göçle bölgeye yayılmışlardır. Göçlerin büyük kısmı, Balkanlar’ın Doğu Roma toprakları içinde kalan kısımlarına olmuştur.

Peçenek ve Kuman Türk Boyları

Bulgarların Balkanlar’a gelişinden daha sonra XI. ve XII. yüzyıllarda Peçenek, Kuman (Kıpçak) ve Uz Türkleri, Balkanlar’a göç etmişler ve bunların bir kısmı XV. yüzyıla kadar toplu olarak varlıklarını korumuşlardır. O dönemde Kumanlarla ticaret yapan Avrupalılar için 2500 kadar kelimeyi içine alan bir Kumanca sözlüğün (Codex Cumanicus) hazırlanmış olduğu bilinmektedir.[7]

IX. yüzyılın ilk yarısında, Hazar-Oğuz ittifakı baskısına dayanamayarak, kalabalık kütleler hâlinde İdil’i geçip yurtlarından çıkardıkları Macarların yerine, Don-Kuban havalisine gelmişlerdi (860-880 sıraları). Bu, büyük göçün ilk hareketi olmuştur. Macarları önlerinden süren Peçeneklerin gerisinde Oğuzlar, onların da gerisinde Kumanlar, Karadeniz’in kuzeyinden batıya yönelmişlerdir. İmparator K. Porphyrogennetos tarafından yazılan De Administrando Imperio’da (948-952’lerde) kaydedildiğine göre, Peçenekler 8 boy hâlinde idiler.X. yüzyıl ortalarında, Karadeniz’e dökülen nehirlerin kıyılarında olmak üzere, şöyle sıralanmışlardı: Çoban (Don), Tolmaç (Don’un denize döküldüğü bölgede), Külbey (Donets), Çor (Özi Nehri doğusu), Karabay (Özi-Bug arası), Ertim (Dinyester), Yula (Prut), Kapan (aşağı Tuna). İlk üçü Uzlar, Hazarlar, Alanlar ve Kırım bölgesi ile temas hâlinde; Yula boyu Macaristan, Kapan da Tuna Bulgarları ile sınırdaş bulunuyordu.
Osmanlı Türkleri Balkanlar’a girmeden önce, XII.-XIV. yüzyıllarda Kıpçak/Kumanların bölgede üstün tarihî rolü yeterince vurgulanmamıştır. Özellikle, Dobruca’dan Akkerman’a kadar step bölgesinde yerleşmiş ve Hristiyan dinine geçmiş olan Kıpçak/Kumanlar çeşitli hanedanlar kurmuşlardır. Bunlardan bir grup, XIV. yüzyıl ikinci yarısında Dobruca-Varna bölgesinde bir beylik kurmuştur (Merkezi Kalliakra); Dobrotiç ve bir Kuman adı taşıyan kardeşi Çolpan’ın Dobruca Beyliği, 1388’de I. Murad’ı metbü tanımış, 1393’te I. Bayezid bu beyliği Osmanlı ülkesine katmıştır. Özetle, Deliorman ve Varna’dan Tuna’ya kadar giden bölge daha Osmanlılardan önce gerçek bir Türk yerleşim alanı olmuştur.

Orta Çağ ve Sonu

Eski devirlerde, bölgede kurulan güçlü bir devlet, dışarıdan gelen daha güçlü bir devletin saldırısı sonucu yıkılmış, bölgeyi egemenliği altına alan bu yeni devletin de, bölgedeki egemenliği uzun süreli olmamış ve dışarıdan gelen, kendisinden daha güçlü bir başka devletin saldırısı sonucu aynı akıbete uğramıştır.

10. yüzyılda bölgenin büyük bir kısmını ele geçiren Büyük Bulgar İmparatorluğu, 1014 yılında “Bulgar Kasabı” olarak bilinen Bizans İmparatoru II. Basileios tarafından yıkıldıktan sonra, bölgeye yerleşen Bizans İmparatorluğu, 14. yüzyılda, Stefan Duşan (1331-1355) dönemindeki Sırp saldırıları sonucu aynı akıbete uğramıştır. Belgrad’dan Atina’ya kadar geniş bir alana yayılarak bölgede Doğu Roma’nın (Bizans) yerini alan kudretli Sırp İmparatorluğu ise; 14. yüzyılda doğudan gelen Osmanlı Devleti’nin saldırıları sonucu ortadan kaldırılmıştır.

Orta Çağ’ın son kısımları Doğu Roma Devleti, Sırp Krallığı ve Bulgar Krallığı’nın çekişmesine sahne olmuştur. Bu üç devlet yapılanmasının dışında bölgede bulunan diğer halklar (çeşitli Türk boyları, Slav grupları vb.), bu devletlerin egemenlikleri altında kalmışlardır.

Anadolu’dan Türklerin Geçişi

Balkanlar’ın güneyinden, Anadolu’dan Türklerin Balkanlar’a gelip yerleşmesi, 1260’lara kadar iner. Kuzey Karadeniz bölgesinden gelen Türk orakları, zamanla Hristiyanlığı kabul edip yerli Slavlarla karıştıkları hâlde, Anadolu’dan gelen Müslüman Türkler, kendi din ve kültürlerini saklamayı başarmışlardır. İlk yerleşme, 1261’de Moğollardan kaçıp Bizans’a sığınan Selçuk Sultanı İzzeddin Keykavus’la gerçekleşmiştir. Moğol idaresinden kaçan otuz-kırk Türkmen obası, kutsal kişi [Sarı Saltuk Baba] ile İzzeddin Keykavus’un yanına gelmiş ve Bizans imparatoru tarafından Kuzey Dobruca’ya yerleştirilmiştir (1263). Başlangıçta, Müslüman Altın Ordu emiri güçlü Nogay’ın himayesi altına giren bu Anadolu Türkmen grubu, burada Baba-Saltuk kasabası ile başka kasabalar kurmuşlardır. 1332’de buradan geçen İbn Battuta, Baba kasabasını “Türklerin oturduğu bir şehir” olarak anar.

Osmanlı Devri

14. yüzyıl ortalarında Müslüman Türklerin[kaynak belirtilmeli] Çimpe Kalesi’ni alarak Rumeli’ye geçişi Balkanlar’ın tarihinde önemli bir dönüm noktası olmuştur. Osmanlılar, Balkan Yarımadası’na ayak bastıklarında bölgede, kendilerine karşı gelebilecek ne güçlü bir siyasî birlik ne de güçlü bir devlet bulunmaktaydı. O dönem Balkanlar’ın en güçlü devleti olan Sırp İmparatorluğu bile Osmanlıların askerî gücüne dayanamayarak 15. yüzyıl ortalarında çöktü.

Osmanlı Türkleri, Trakya’ya ayak bastıktan sonra, 1361’de Edirne’yi ve 1363’te de Filibe’yi alarak bölgede ilerlemeye başlaması, aralarında çeşitli dinî, siyasî, askerî vb. sorunlar olan Balkan halklarının (Bulgarlar, Sırplar, Arnavutlar, Bosnalılar, Eflaklılar, Boğdanlılar, Hırvatlar, Slovenler) bu sorunlarını bir kenara bırakıp yaklaşan “Türk” tehlikesine karşı birleşerek savunma ve saldırılar yapmalarına sebep oldu. Bu seferlere, Balkan devletleri dışında zaman zaman, bölgenin hamiliği rolünü üstlenen Macar Krallığı doğrudan İngiltere, Fransa, Almanya, İspanya, İtalya, Lehistan ve İskoçya gibi çeşitli Avrupa ülkeleri de bir miktar asker göndererek dolaylı yönden iştirak ettiler.

Haçlı Orduları ile Osmanlılar arasında 14. yüzyıl ortalarında Sırpsındığı Muharebesi (1364) ile başlayan çatışmalar I. Kosova Muharebesi (1389), Niğbolu Muharebesi (1396), Varna Muharebesi (1444) ve son olarak da II. Kosova Muharebesi (1448) ile 15. yüzyıl ortalarına kadar devam etti.

II. Kosova Muharebesi’nin kaybedilmesi Balkan uluslarının Osmanlılara karşı direnişinin kesin olarak sona ermesine neden oldu. Bölge, bu savaştan 17. yüzyıl sonlarındaki II. Viyana Kuşatması’na kadar, diğer dönemlere oranla göreceli de olsa sakin ve huzurlu bir dönem geçirdi. Bunda o dönemki Osmanlı yöneticilerinin bölgeden yalnızca bir miktar vergi almayı yeterli görmesi ve halkın gelenek, görenek, inanç ve ibadet olarak ifade edebileceğimiz yaşam tarzına karışmaması önemli bir yere sahiptir. Ayrıca, bundan önceki yerel yöneticilerin baskı, zulüm, adaletsizlik ve ağır vergileri altında ezilen bölge halkının Osmanlıların buraya getirdiği barış, huzur, adaleti ve oluşturdukları hoşgörü ortamını beğenmeleri ve benimsemeleri, yarımadada 15. yüzyıl ortalarından başlayıp 17. yüzyıl sonlarına kadar devam eden huzur ve sakinliği açıklamakta kullanılabilir.

II. Viyana Kuşatması’nda Osmanlı ordusunun uğradığı ağır yenilgi hem Osmanlı, hem Avrupalılar, hem de Balkan ulusları için önemli bir dönüm noktası oldu. Avrupalılar artık, Osmanlı yenilmez korkunç[kaynak belirtilmeli] bir güç olarak görmemeye başladılar.Aralarında kutsal bir ittifak kurarak Osmanlılara karşı saldırıya geçtiler. Avrupalı müttefiklerle Osmanlı Devleti arasındaki çok kanlı ve uzun savaşlar (1683-1699), Osmanlı Devleti’nin 1699 Karlofça Antlaşması’nı imzalayarak tarihinde ki ilk alehine olan antlaşmayı imzaladı.

Karlofça Antlaşması sonrası Osmanlı Devleti’nden kopardığı toprak parçalarıyla Balkanlar’a komşu olan Avusturya ve Doğu Avrupa’da Deli Petro tarafından gerçekleştirilen reformlarla büyük bir güç olarak ortaya çıkan Rusya, 18.yüzyıldan itibaren Balkanlar’daki halkları kendi çıkarları doğrultusunda ve Osmanlı Devleti’ni zayıflatmak amacıyla kışkırtmaya ve ayaklandırmaya başladılar. 18. yüzyılda meydana gelen isyanlar 19. yüzyılda meydana gelen ayaklanmalara nazaran daha küçük çapta ve kısa süreli olmalarına rağmen, 18. yüzyıl isyanlarını, 19. yüzyılda meydana gelecek daha büyük çapta, uzun süreli ve sistematik ayaklanmalara hazırlık niteliğinde görülebilir.

Osmanlı egemenliği sonları ve isyanlar

4. yüzyıl ortalarında Müslüman Türklerin Çimpe Kalesi’ni alarak Rumeli’ye geçişi Balkanlar’ın tarihinde önemli bir dönüm noktası olmuştur. Osmanlılar, Balkan Yarımadası’na ayak bastıklarında bölgede, kendilerine karşı gelebilecek ne güçlü bir siyasî birlik ne de güçlü bir devlet bulunmaktaydı. O dönem Balkanlar’ın en güçlü devleti olan Sırp İmparatorluğu bile Osmanlıların askerî gücüne dayanamayarak 15. yüzyıl ortalarında çöktü.

Osmanlı Türkleri, Trakya’ya ayak bastıktan sonra, 1361’de Edirne’yi ve 1363’te de Filibe’yi alarak bölgede ilerlemeye başlaması, aralarında çeşitli dinî, siyasî, askerî vb. sorunlar olan Balkan halklarının (Bulgarlar, Sırplar, Arnavutlar, Bosnalılar, Eflaklılar, Boğdanlılar, Hırvatlar, Slovenler) bu sorunlarını bir kenara bırakıp yaklaşan “Türk” tehlikesine karşı birleşerek savunma ve saldırılar yapmalarına sebep oldu. Bu seferlere, Balkan devletleri dışında zaman zaman, bölgenin hamiliği rolünü üstlenen Macar Krallığı doğrudan İngiltere, Fransa, Almanya, İspanya, İtalya, Lehistan ve İskoçya gibi çeşitli Avrupa ülkeleri de bir miktar asker göndererek dolaylı yönden iştirak ettiler.

Haçlı Orduları ile Osmanlılar arasında 14. yüzyıl ortalarında Sırpsındığı Muharebesi (1364) ile başlayan çatışmalar I. Kosova Muharebesi (1389), Niğbolu Muharebesi (1396), Varna Muharebesi (1444) ve son olarak da II. Kosova Muharebesi (1448) ile 15. yüzyıl ortalarına kadar devam etti.

II. Kosova Muharebesi’nin kaybedilmesi Balkan uluslarının Osmanlılara karşı direnişinin kesin olarak sona ermesine neden oldu. Bölge, bu savaştan 17. yüzyıl sonlarındaki II. Viyana Kuşatması’na kadar, diğer dönemlere oranla göreceli de olsa sakin ve huzurlu bir dönem geçirdi. Bunda o dönemki Osmanlı yöneticilerinin bölgeden yalnızca bir miktar vergi almayı yeterli görmesi ve halkın gelenek, görenek, inanç ve ibadet olarak ifade edebileceğimiz yaşam tarzına karışmaması önemli bir yere sahiptir. Ayrıca, bundan önceki yerel yöneticilerin baskı, zulüm, adaletsizlik ve ağır vergileri altında ezilen bölge halkının Osmanlıların buraya getirdiği barış, huzur, adaleti ve oluşturdukları hoşgörü ortamını beğenmeleri ve benimsemeleri, yarımadada 15. yüzyıl ortalarından başlayıp 17. yüzyıl sonlarına kadar devam eden huzur ve sakinliği açıklamakta kullanılabilir.

II. Viyana Kuşatması’nda Osmanlı ordusunun uğradığı ağır yenilgi hem Osmanlı, hem Avrupalılar, hem de Balkan ulusları için önemli bir dönüm noktası oldu. Avrupalılar artık, Osmanlı yenilmez korkunç[kaynak belirtilmeli] bir güç olarak görmemeye başladılar.[kaynak belirtilmeli] Aralarında kutsal bir ittifak kurarak Osmanlılara karşı saldırıya geçtiler. Avrupalı müttefiklerle Osmanlı Devleti arasındaki çok kanlı ve uzun savaşlar (1683-1699), Osmanlı Devleti’nin 1699 Karlofça Antlaşması’nı imzalayarak tarihinde ki ilk alehine olan antlaşmayı imzaladı.

Karlofça Antlaşması sonrası Osmanlı Devleti’nden kopardığı toprak parçalarıyla Balkanlar’a komşu olan Avusturya ve Doğu Avrupa’da Deli Petro tarafından gerçekleştirilen reformlarla büyük bir güç olarak ortaya çıkan Rusya, 18.yüzyıldan itibaren Balkanlar’daki halkları kendi çıkarları doğrultusunda ve Osmanlı Devleti’ni zayıflatmak amacıyla kışkırtmaya ve ayaklandırmaya başladılar. 18. yüzyılda meydana gelen isyanlar 19. yüzyılda meydana gelen ayaklanmalara nazaran daha küçük çapta ve kısa süreli olmalarına rağmen, 18. yüzyıl isyanlarını, 19. yüzyılda meydana gelecek daha büyük çapta, uzun süreli ve sistematik ayaklanmalara hazırlık niteliğinde görülebilir.
Osmanlı egemenliği sonları ve isyanlar 19. yüzyıl sonunda Balkanlar

19. yüzyılı Osmanlı Devleti için ayaklanmalar yüzyılı olarak kabul edilebilir. Özellikle Balkan topraklarında meydana gelen isyanlar, devletin günden güne zayıflamasına ve sonunda parçalanmaya kadar varan bir sürece götürmüştür. 1789’da meydana gelen Fransız İhtilali Avrupa’da eşitlik, adalet, özgürlük, bağımsızlık, anayasacılık vb. birçok yeni düşüncenin ortaya çıkmasına sebep oldu. Ortaya çıkan bu yeni düşünceler kısa sürede, bütün dünyada olduğu gibi Balkanlar’da da hızla yayıldı.

Yukarıda da belirtildiği gibi, 19. yüzyıldaki sistematik ayaklanmalardan önce 18. yüzyılda da Sırbistan, Karadağ, Bulgaristan gibi bazı Osmanlı Balkan eyaletlerinde daha çok, vergilerin toplanması ve birtakım ekonomik sebeplerden ötürü ufak çaplı köylü ayaklanmaları olmuştu. Ancak ilk büyük ayaklanma 19. yüzyılın hemen başında Sırbistan’da patlak verdi.

Sırpların isyanında; Fransız İhtilali’nin getirdiği milliyetçilik fikirlerinin yanı sıra, büyük devletlerin kışkırtmaları, Sırp topraklarının 18 yüzyıldaki Osmanlı-Avusturya Savaşları sebebiyle harabeye dönmesi, Osmanlı yönetiminin eski gücünde olmaması ve cazibesini yitirmesi, Yeniçeri ileri gelenlerinden bazılarının halka zulmetmesi gibi birtakım sebepler sayılabilir.[kaynak belirtilmeli]

Yeniçeriler 1801 yılında Sırbistan’da, Osmanlı padişahının temsilcisi olan Belgrad paşasını öldürdüler. Bölgede kendilerine karşı koyacak bir güç olmayan yeniçeriler, âdeta bölgeyi keyfî bir askerî yönetimle idare ediyorlardı. Yeniçeriler, birtakım gerekçeler ileri sürerek 72 Sırp ileri gelenini idama mahkûm ettiler. Bu olay 1804 yılında Sırp halkının, bir domuz tüccarı olan Kara Yorgi’nin başkanlığında ayaklanarak tepki vermesine sebep oldu.

Başlangıçta birtakım haksızlıklara karşı bir tepki olarak başlayan mücadelenin yönü, Sırp kuvvetlerinin İvankovaç Muharebesi, Mişar Muharebesi ve Deligrad Muharebesi’nde Osmanlı kuvvetlerini arka arkaya yenmesi üzerine Kara Yorgi tarafından bağımsızlık olarak değiştirildi. 1806-1812 Osmanlı-Rus Savaşı’nın tam bu döneme denk gelmesi de İsyanın bir türlü kontrol altına alınamamasına neden oldu. Ancak Osmanlılar 1809’da yaklaşık 20.000 kişilik bir kuvvetle tekrar Sırbistan’a girdi ve Çegar Muharebesi’nde Sırp ordusu isyanın başından beri ilk defa ciddi olarak yenilgiye uğratıldı. Ancak Kara Yorgi Rusların da desteği ile isyanını 1812’ye kadar aralıklarla devam ettirdi. 1812 Bükreş Antlaşması’nda Rusların da baskısıyla Sırplara birtakım haklar verildi. Fakat bu verilen haklardan tatmin olmayan ve yukarıda da açıkladığımız gibi tam bağımsızlığı hedefleyen Kara Yorgi tekrar ayaklandı. Tam bu sırada Napolyon’un Rusya Seferi’ni başlatmasından da faydalanan Osmanlı Devleti, Ruslardan yardım alma ümidi olmayan Sırplar üzerine bir ordu gönderdi. Osmanlı kuvvetleri karşısında tutunamayan Kara Yorgi yenilerek Avusturya’ya kaçmak zorunda kaldı. Bunun üzerine isyanın liderliğini 3 yıl sonra,1815’de Miloş Obrenoviç aldı. Bu ayaklanmaya müdahale etmesi hâlinde Rusya’nın müdahalesinden çekinen Osmanlı Devleti, Miloş’la anlaşma yoluna gitti. Onu Sırpların prensi olarak tanıdı ve Sırbistan’a kısmî özerklik verdi.

1817’ye gelindiğinde Sırp isyanı yatışmış gibi görünüyordu. Ama kısa bir süre sonra bu sefer de, imparatorluk içerisindeki başka bir Ortodoks halk olan Rumlar, 1821’de Eflak’ta Aleksandr İpsilanti(Alexander Ypsilanti) başkanlığında ayaklandılar. Rumların isyanlarını burada başlatmasının sebebi bölgenin Rusya yakın olması sebebiyle ruslardan da yardım alacaklarını ummaları ve ayrıca Eflak halkının da kendilerine destek vereceğini düşünmeleriydi. Ancak Bab-ı Ali tarafından, uzun bir süreden beri bölgeye yönetici olarak atanan Fenerli Rum idarecilerin kötü yönetiminden çok çekmiş olan Eflaklılar’ın isyana destek vermemesi ve İpsilanti’nin çok güvendiği Rus yardımının da bir türlü gelmemesi nedeniyle ayaklanma kısa sürede bastırıldı.Bunun üzerine Avusturya’ya kaçan İpsilanti orada tutuklandı.Romanya’daki ayaklanmanın başarısızlıkla sonuçlanması üzerine Rumlar bu sefer de Mora’da yeni bir isyan başlatarak bağımsız Yunan devletinin kurulduğunu ilan ettiler. Ayaklanma kısa sürede Yunan anakarasının başka yerlerine ve Girit’e de sıçrayarak bölgedeki Türklere karşı bir katliama dönüştü.[kaynak belirtilmeli] Ayrıca, Osmanlı ordusunun kara ve deniz kuvvetlerinin isyanı bastıracak yeterliliğe sahip olmaması ayaklanmanın bir türlü kontrol altına alınamamasına sebep oluyordu. Bunun üzerine Sultan II. Mahmut, Mısır valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşa’ya İsyanı bastırması hâlinde Mora valiliği vaadinde bulunarak onun desteğini istedi. Teklife olumlu yanıt verilmesinden sonra, Osmanlı birliklerinin de desteklediği Mısır kuvvetleri, kara ve denizden Mora yarımadasına, Yunanlara karşı saldırıya geçti. Yunanları kısa sürede yenilgiye uğratan Mısır ordusu 1827’de Atina’yı ele geçirerek Yunan hükümetini ortadan kaldırdı. Mısır ordusunun Atina’yı ele geçirip Mora’yı işgal etmesi, başta İngiltere olmak üzere Avrupa başkentlerinde ciddi bir endişeye sebep oldu. Doğu Akdeniz’de, Osmanlı Devleti gibi güçsüz ve herdaim kontrol altında tutabilecekleri bir devletin yerine,ileride ciddi bir rakip olma ihtimali bulunan Mısır’ın bulunması Avrupalılar için kabul edilemez bir durumdu ve Yunan isyanına müdaheleleri için bu bile yeterli bir sebep sayıla bilirdi.

Balkanlar’da 19. yüzyılda başlayan isyanlar, etnik karşıtlıklardan kaynaklı çatışmalar sonrasında patlak veren Balkan Savaşları, bölgedeki Osmanlı egemenliğini sarsmıştır. I. Balkan Savaşı’nda çok sayıda cephede, büyük birliklere karşı savaşmak zorunda kalan Osmanlı ordusu, birkaç savaş hariç, geri kalan bütün savaşlardan yenilgiyle ayrılmıştır. Bu savaşlar sonrasında sınırları bugünkü Türkiye Cumhuriyeti’nin batı sınırlarının bile gerisine gitmiştir. Akabinde gerçekleşen II. Balkan Savaşı’nda bir nebze dahi olsa toparlanan Osmanlı ordusu, kaybettiği küçük birkaç toprak parçasını ve Edirne’sini geri almıştır.
1878’de dağılmanın eşiğine gelen Osmanlı İmparatorluğu’nun kesin çöküşüne giden yolun dönüm noktası Balkan Harbi oldu. Onun ardından başlayan I. Dünya Savaşı bu süreci tamamladı. Esasen Balkan Harbi, âdeta Avrupa’daki karşıt ittifakların aralarındaki hesaplaşmaya ve paylaşım savaşına hazır olmak amacıyla ürettikleri modern silahların denendiği “kostümlü” bir prova olmuştu. I. Dünya Savaşı’nın halledemediği sorunlar bir şekilde II. Dünya Savaşı ile çözüldü. Tüm bu süreçte 150.000.000’dan fazla insan yaşamını kaybetti.

I. Dünya Savaşı’nda Balkanlar

1912-1913 Balkan Savaşları sonrasında Balkanlar’da yeni devletler tesis edilmeye başlanmıştır. Tam da bu dönemde, 1914’te Saraybosna’da Avusturya Arşidükü Franz Ferdinand’ın öldürülmesi I. Dünya Savaşı’nın patlamasında son sebep olmuştur. Savaş sonrasında Balkanlar’da, Sırp, Hırvat ve Sloven Krallığı, Bulgaristan, Yunanistan ve (küçük kısmında) Türkiye devletleri mevcut idi. Sırp, Hırvat ve Sloven Krallığı, bir zaman sonra Yugoslavya Krallığı hâlini almıştır.

II. Dünya Savaşı’nda Balkanlar

Balkanlar’da II. Dünya Savaşı, İtalya’nın büyük İtalya topraklarını oluşturma fikri sonucunda giriştiği çalışmalarla başladı. 1939’da Arnavutluk’u ele geçiren İtalya, 1940’ta Yunanistan’a yöneldi. 28 Ekim 1940’ta Yunan-İtalyan Savaşı baş gösterdi. Sonrasında 1941 yılında Almanya orduları, Yugoslavya topraklarına girdi.

Soğuk Savaş döneminde Balkanlar

Balkanlar’da II. Dünya Savaşı, İtalya’nın büyük İtalya topraklarını oluşturma fikri sonucunda giriştiği çalışmalarla başladı. 1939’da Arnavutluk’u ele geçiren İtalya, 1940’ta Yunanistan’a yöneldi. 28 Ekim Soğuk savaş döneminde Balkanlar’daki ülkeler, Sovyetler destekli komünist yönetimlerin hâkimiyetinde olmuştur.

Bu dönemde Balkanlar’da komünist-sosyalist idareler altındaki ülkelerde milliyetçilik ortadan kalkmamıştı. 1984 yılında Todor Jivkov’un idaresindeki komünist Bulgaristan’da Türkler üzerine çok sert asimilasyon ve caydırma politikaları uygulanmıştır. O dönemde Bulgaristan nüfusunun çok ciddi bir bölümünü oluşturan Türklere, isim değiştirme, din değiştirme, zorunlu göç ettirme, işkence vb. yöntemlerle asimilasyon politikalarına girişilmiştir. Jivkov yönetimine karşı gelen Türkler, işlerini, eğitim haklarını ve hatta yaşamlarını kaybetmişlerdir. Bu dönemde baskılardan kaçmak için çeşitli yollarla Türkiye’ye doğru milyonları oluşturan bir Türk göçü yaşanmıştır. Diğer birçok Balkan ülkesinde olduğu gibi, Bulgaristan’da da camiler kapatılmış, İslamî gereklerin yaşanmasına izin verilmemiştir. 1989’da devletin ağır politikalarına karşı koyan Türkler içinde 300.000’in çok üzerinde bir kesim ülkeden sürgün edilmiştir.
Soğuk Savaş döneminde Josip Broz Tito yönetimindeki Yugoslavya Sosyalist Federal Cumhuriyeti (1948) ve Arnavutluk (1961) devletleri Sovyetler Birliği ile ayrı düştü. Bulgaristan ile birleşme fikirlerini geri çeviren Yugoslavya yönetimi, kısa bir zaman sonra kurulan Bağlantısızlar Hareketi’ne katılmıştır. Arnavutluk ise Komünist Çin ile kurulan ilişkilerin de etkisiyle dünyadan soyutlanmış, içe kapanık bir ülke hâlini almıştır. Bu dönemde Arnavutluk, Enver Hoca idaresinde katı bir rejim altında olmuştur.

Yugoslavya Sosyalist Federal Cumhuriyeti de, Soğuk Savaş döneminde ciddi miktarda Türk nüfusu barındıran bir Balkan ülkesi idi. Bu ülkede, özellikle Kosova Özerk Sosyalist Cumhuriyeti, Makedonya Sosyalist Cumhuriyeti ve Sırbistan Sosyalist Cumhuriyeti içindeki Sancak bölgesinde Türkler yaşamaktaydılar. Ayrıca, Kosova Özerk Sosyalist Cumhuriyeti, Makedonya Sosyalist Cumhuriyeti’nde Arnavutlar da önemli bir nüfus oranına sahip idiler. Sosyalist sistemle yönetilen Yugoslavya’da bu iki halk üzerinde çoklukla devletin özel bir dikkati olmuştur. Devletin hakkaniyetle yönetildiği dönemde, dil, eğitim gibi hakları verilen bu halklar, ülkenin bütünlüğünde yer almışlardır. 1990’larla beraber çatırdayıp çöküşe giden Yugoslavya sistemiyle beraber halkların da kısmî tepkileri başlamıştır.

Balkanlar’da her zaman komünizmin dışında kalan iki ülke Türkiye ve Yunanistan olmuştur.

Kaynak: bosnakmedya.com


İçeriği Paylaş