1989 Bulgaristan Göçü’nün 30. Yılı

Haberler
İçeriği Paylaş

Sırpların Müslüman Boşnaklara yönelik katliamlarına dair Aliya İzzetbegoviç’in polattan kelimelerle kurduğu şu cümle ne kadar manidar, değil mi? “Unutulan soykırım tekrarlanır”. Kısa, ama manasına dair kitap yazılacak bir cümle. Evet, sen yaşadığın soykırımı unutma, unutturma ki tekrarlanmasın. Yeni nesiller bu kıssadan hisse alsın…

Tarihin tekerrürüne fırsat vermemek bizim elimizde; Mehmet Akif’in ifadesiyle,

Tarih’i “tekerrür” diye tarif ediyorlar;

Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi?

Tarihin hangi hadiseleri belli aralıklarla tekrarlanıyorsa, bilin ki o hadiseden ibret alınmamıştır. Yani o istenmeyen hadisenin tekrar yaşanmaması için tedbir alınmamış; o hadise unutulmuş veya unutturulmuştur.

Bu minval üzere şunu ifade etmek istiyorum: Bulgaristan’da yaşayan Müslüman Türk azınlık, Osmanlı oralardan çekildiğinden beri öksüz, yetim kaldı. Gözünü diktiği tek yer Türkiye… Ecdadımız Balkanlardan ve tabi ki Bulgaristan’dan çekilirken, geride kalan evlad-ı fatihanın hak ve hukukunu, ikili ve milletlerarası antlaşmalarla teminat altına aldı. Ancak bunlar kâğıt üzerinde kalmaya devam ettiği gibi, kağıt üzerinde yazılı olanlar bile zamanla aşındı.

Bulgaristan’ın geçirmiş olduğu, krallık ve komünizm devrelerinde Müslüman Türk azınlığın hakları her daim göz ardı edildi, kısıtlandı ve özellikle komünist rejim döneminde, Türk kimliğini inkâra kadar ulaştı. 1984 yılının 27 Aralığına gelindiğinde “Bulgaristan’da Türk yok” denildi. “Kendini Türk zannedenler, Osmanlının zorla İslamlaştırdığı, Türkleştirdiği Bulgarlardır, biz sizi aslınıza döndürüyoruz. Özünüze dönüyorsunuz. Siz Bulgarsınız, o yüzden adlarınızı değiştiriyoruz” dediler.

1985 yılının haziran ayına geldiğimizde, Bulgaristan’ın resmi kayıtlarına göre tüm Bulgaristan’da 1 milyon 336 bin Türkün adı değiştirilmişti. Türkçe konuşmak yasaklandı; sünnet başta olmak üzere tüm dini vecibelerin yerine getirilmesi yasaklandı.

Evlad-ı Fatihan yılmadı, zaman onların kimlik değerlerini, özünü aşındırmıştı. Komunist rejim asimilasyon yolunda belki de çok yol kat etmişti. Ama artık dayanılmaz bir noktaya gelmişti, bu süreç… İşte orada, Bulgaristan’ın farklı bölgelerinde Evlad-ı Fatihan haykırmaya başladı. “Ben Ahmet’im; ben Ayşe’yim; sen ne dersen de! İsimlerimizi istiyoruz, haklarımızı istiyoruz. Bizi yok sayamazsınız” dedi. Sesini dünyaya duyurmak için sokaklara döküldü, omuz omuza hep birlikte yapılan bu haykırışa zamanın komünist diktatörü Todor Jivkov, sessiz kalamadı. Türkiye kapıları açtı ve 300 binin üzerinde Türk çok kısa bir sürede Türkiye’ye göç etti.

Aslında bu sıradan bir göç değildi; bu bir sürgündü. Yokoluşla varoluş arasında bir seçimin sonucuydu, varlığını sürdürmek için yapılan bir hicretti. Kendilerine hayat hakkı bile tanınmayan ilk Müslümanların, Habeşistan’a hicreti gibi; Medine’ye hicreti gibi bir hicretti. 300 bin muhaciri, 55 milyon ensar bağrına bastı.

Tam 30 yıl geçti, trenler dolusu insanın Kapıkule’den giriş manzaralarını göreli;

30 yıl geçti, ata yurdundan kopup, ana yurdunun toprağını öpeli;

20 yüzyılın bu kara tablosu çizileli tam 30 yıl oldu.

30 yıl değil, 300 yıl da olsa bu zulüm, bu zulmü yapanlar unutulmamalı!

Merhum Aliya İzzetbegoviç’in başta zikrettiğimiz sözü gibi, nasıl ki “unutulan soykırım tekrarlanır”; unutulan zulmet de tekrarlar. İşte bunun için Balkan Türkleri Kültür ve Dayanışma Derneği, Balkan Türklerinin gönüllü neferleri olarak, 1989 Bulgaristan Göçünü unutturmayacağız ki tekrarına teşebbüs edilemesin.

http://bayramcolakoglu.com

https://1989forcedmigration.org/


İçeriği Paylaş